• BIST 9044.64
  • Altın 3694.778
  • Dolar 37.9955
  • Euro 41.1336
  • Muğla 7 °C
  • İzmir 15 °C
  • Aydın 14 °C
  • İstanbul 10 °C
  • Ankara 8 °C

AFORİZMALAR KRALİÇESİ ÜLKÜ GÖZEN STEWART, CEM YILMAZ’A NASRETTİN HOCA FOUNDATION U.S.A. ADINA ONUR ÖDÜLÜ VE KAVUK TAKDİM EDECEK

AFORİZMALAR KRALİÇESİ ÜLKÜ GÖZEN STEWART, CEM YILMAZ’A NASRETTİN HOCA FOUNDATION U.S.A. ADINA ONUR ÖDÜLÜ VE KAVUK TAKDİM EDECEK
Pekcan Türkeş yazdı...

'Kelime Sihirbazı’olarak ün yapmış Yazar, Şair ve Şarkıcı Ülkü Gözen Stewart; “Cem Yılmaz’a Satır Dolusu Duman!” yazısında Cem Yılmaz’ın 23 Şubat’ta Washington D.C.’deki gösterisinde kendilerine kurucusu bulunduğu Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. adına onur belgesi ve kavuk takdim edeceklerini belirtiyor.Sırası gelmişken söz edeyim bendeniz de İngilizce olarak kaleme aldığım “The Stories of Nasreddin Hodja “ kitabımla Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. tarafından Onur ödülü almıştım.

img-20250218-wa0032.jpg

Bu arada Sevgili Ülkü’nün 7.Romanı Am’’erika” pek yakında Kitapçı raflarında okurlarını bekliyor, 

Editörlüğünü benim yaptığım bu Romanda Ukrayna’da yetişmiş, “Erika Azadi” adlı Ürdünlü ünlü bir oyuncunun, Amerikan vatandaşı olabilmek uğruna yaşadığı ilginç olaylar anlatıyor.

 

CEM YILMAZ’A SATIR DOLUSU DUMAN!

 

Sevgili Cem Yılmaz; let me tell you something! Ofisinin girişinde, duvarda asılı çerçeve içerisinde bir yelek varmış. Bu yelek de senin ilk sahne kıyafetin imiş. Sene 1979. “Nasrettin Hoca” olmuşsun. Sen, Nasrettin Hoca ile başlamışsın. “Buralara” dediğin yere sonra düşmüşsün!.. İlkokul birinci sınıfta iken annen dikmiş bu yeleği sana; sen yedi yaşında iken…

Ben, Ülkü Gözen Stewart… Amerika’nın South Carolina eyaletinde yaşıyorum. Sizler de ABD’ye gelme hazırlığı içerisindesiniz. Ben ve eşim James Oğuz, Nasrettin Hoca Foundation U.S.A.’nin kurucularıyız. Vakfın içeriğini ve amacını “sakal@fikirsanat” adresinize resmî hâli ile daha önce yollamıştık. Sizlere ulaşabilmek için karı-koca tepinir olduk desem yeridir. “Abi, sana nasıl ulaşabilirim? Dumanla mı?” Dumanla bile belki daha kolay olabilir diye düşünmeden edemedik. Ya da derine nüfuz etmenin yolunu mu bulsak? Yazmışız işte, da! Well’hasıl, ulaşamıyoruz-ulaşamadık! Şu anda “Ulaştın işte!” dediğini işitir gibiyim! Gibisi fazla; işittim bile! Sana, şimdi buradan yazıyorum ama ulaşamadığımı ifade ettiğim öncesinde, prosedüre ya da saygıya ya da racona uyarak, sektör içerisinde tanıdıklarıma ve menajerine ulaşmaya çalıştık. Sakal@fikirsanat adresinize konumuzu dile getiren bir e-mail gönderdik. Edep-usul içerisinde yine sağdan soldan araştırdık-soruşturduk ancak sonuç; sıfıra sıfır, elde var sıfır! Sen, bir değersin! Muhteşem bir mizahşörsün! Ve hayattasın! Yaşayan bir değersin! Yakın zamanda büyük bir değerimiz olan sevgili Ferdi Tayfur’u yitirdik! Artık yok! Ardından yer yerinden oynadı! Değerlerimizin, yaşarken kıymetleri bilinmeli! Değerlerimiz, onlar henüz hayatta iken onore edilmeliler! img-20250218-wa0030.jpgSeyfi amcam da aynı şekilde! Namıdiğer Huysuz Virjin! Kalbi kırık gitti! Onun elinde büyüdüm sayılır! Apartman komşumuzdu! Her dairenin birbiri ile samimi olduğu, görüştüğü bir apartmandı bizimkisi. Müjdat Gezen amcam da Aziz Nesin amcam da aynı apartmanda oturdular. Müjdat amcamın kızı Elif, benim ilk çocukluk arkadaşımdır. Şans bu ya; ben, çocuk yaşımda “değerleri” tanımış, onları anlamış birisiyim. Sadık Şendil amcam, Güldürü Üretim Merkezi’ne gelirken on iki yaşlarındaki bana şapkasını çıkartıp, “Merhaba küçük hanım.” diye selâm verirdi; “İstanbul Beyefendisi” tanımlaması ile tanışıp, bu kavramı algılama yaşım bu. Çok şanslıyım; beni, yazmaya Aziz amcam teşvik etmiştir. Her kitabımda ona mutlaka teşekkür yazarım. Bu arada, yirmili yaşlarımda, senin de değer verdiğin ve onun anlattığı Cem Yılmaz’ı dinlediğimiz Zafer Önen ağabey ile de tanışırdık. Havuzdan dostumuzdu. Rahmet olsun. Bu kıymetli isimleri sıralamamın sebebi; hem benim seni nereye koyduğumu görmen hem de tok olduğumu anlaman. Evet, sana hayranız; karı-koca, ikimiz de seni candan seviyoruz ama şu anda sizlere ulaşmaya çalışma mevzumuz, resmî bir ricadır! Yazıma, çocukluğundaki Nasrettin Hoca yeleği ile başladım çünkü sana ulaşma çabamızın içeriğinde, senin bu yeleğin ve Nasrettin Hoca var. Belki birçok kimse de aynı fikirde olabilir ama kendi adımıza bizim nezdimizde sen, bu yüzyılın Nasrettin Hocası’sın! “Eee?..” dersen de; seni, Ülkü Ve Oğuz olarak görmek değil, Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. kurucuları olarak, sana özel bastırılmış ve çerçeveletilmiş, ıslak imzalı ve mühürlü bir belge ile bir de sembolik bir kavuk takdim edebilmek için beş dakikayı geçmeyecek bir zamanını almak. Kavuğu, sürpriz olsun diye gizleyecektik ama bu ulaşamama meselesinde bundan vazgeçtik. Seninle açıkça paylaşıyorum… Neden kavuk? Çünkü biz bu vakfı kurarken ilk düşüncemiz; Cem Yılmaz Amerika’ya geldiğinde ona kavuk takdim etmek idi. “O, Nasrettin Hoca’nın yirmi birinci yüzyıl versiyonudur. Kavuk da onun hakkıdır.” dedik. Naçizane duygumuz bu! Hevesimiz kursağımızda kalmak üzere. Ben de eşim de bu kavuğu ve onur belgeni sana, sen bugün hayatta iken ve sen Amerika’da iken sunmak istiyoruz! Sanki önümüzde Çin Seddi var da aşamıyoruz! Sen yaşarken hak etttiğin sunulmuyorsa, Allah gecinden versin ama sen göçüp gittikten sonra “Ah şöyle komedyendi, vah böyle ustaydı.” deyip ardından guru guru ağlamanın ne faydası var! Sanatçı hayatta iken kıymeti bilinecek önce! Biz, kenarda köşede, senin kıymetini kendi kendimize, içimizden biliyoruz! Biz, sana delice âşık değiliz; senin zekâna, ürettiklerine, kadrona âşığız! Geçenlerde sana, seni anlatacağım bir kitap yazayım diye düşündüm! Çünkü sana ulaşamıyoruz!img-20250218-wa0031.jpg Biliyorum, şimdi ulaştım! Artık topu sana attım ve sizlerin bize ulaşmanız lazım ki biz de sana özene bezene hazırladığımız onur belgemizle kavuğu takdim edebilelim! Onur belgesinin çerçevesini seçerken, annenin sana diktiği yeleği çerçeveletmiş olduğun çerçeveye yakışmasına özen gösterdik. Fonunun, yeleğin rengiyle bir olması için ayrıca özendik. Yazısı muhteşem, baskısının yapıldığı kâğıdı muhteşem, mühürü, ıvırı zıvırı hepsi muhteşem ama sana gelen yol, karmaşık! Aşılmaz bir yol! Biz, Orta Anadolu’da değiliz, Amerika’dayız! Amerika da düz ayak işler! Eyvanına gireriz, odasına gireriz; eller duyarsa yanmaya razıyız, ki eller duyarsa Cem Yılmaz da duyar, e bu da bizim işimize gelir! Tek problem, asla ellerin duyması değil! Tek problem, senin duymaman! “Ha buradan o yaniy, derelerden aşayi, ordan bu yaniy, ordan o yaniy… Burdan dere akayi, ordan bişey olayi!..” Hani kaybolmayalım diye! İyi de kaybolduk! img-20250218-wa0033.jpg

Bir hatırlayalım: Tulûat sanatçısı dendiğinde akla gelen ilk isim şüphesiz ki oynadığı filmlerde çoğunlukla Nasrettin Hoca karakteriyle özdeşleştirilmiş bir orta oyuncumuz olan ve “Halk Komiği” tanımlamasıyla yıldızlaşmış bir halk komedyeni, İsmail Dümbüllü olacaktır. İsmail Dümbüllü, hocası Kel Hasan Efendi’nin, orta oyunu temsil eden kavuğunu ve tulûat sanatını temsil eden fesini devralarak bu iki sembolü 1968 yılında Münir Özkul’a devretmiştir. Bu iki sembol, Türk tiyatro oyuncuları arasında geleneksel bir törenle aktarılmaya devam etmektedir. Şimdi let me tell you başka’thing: Sevgili Cem Yılmaz, sana söylüyorum, bu satırları okuyan her bir kişi; sizler anlayın! Orta oyuncuları, izleyicilere bir şeyler anlatırken aynı zamanda onları güldürmeyi amaçlayan kişilerdir. Bugünün deyimi ile tulûata, o zamanın stand-up’ı da diyebiliriz. Münir Özkul’dan bu yana kavuk, sırasıyla Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin ve Şevket Çoruh’a devredildi. Geleneksel bazda özüne bakıldığında, Ferhan Şensoy’dan sonra kavuk geleneğinin layığı ile ilerlemediği kanâatindeyim. Şu anda Kadıköy Meydanı’nda kavuğun kimde olduğu birkaç kişiye sorulsa, birçok kişinin buna yanıt veremeyeceğine dair eminim! Kavuk, sende olmalıydı! Ammaa!.. Eğer ki bu, zekâ yoluyla insanları hem güldürüp hem onlara mesajlar verme şablonu içerisinde bir gelenekse, maalesef ki bu amaca ulaşılmadı! “Kavuk” diye geleneksel olarak devredilen bu sembol, aslında bir bayrak! Elden ele geldi fakat geldiği son elde ne yazık ki finish line’a varamadı; bitiş çizgisini maalesef geçemedi ve orada kaldı. Benim analizim bu.

Türkiye’nin yüzde onunu bir yana bırakıyorum ancak Cem Yılmaz olarak sen, Türklerin yüzde doksanını, zekânla güldürerek toplumun bütün hareketlerini, kültürünü, sosyal yaşamını, cinselliğini, siyasetini ve daha birçok şeyini iyi bir şekilde filtreden geçirip izleyiciye öyle bir veriyorsun ki; bir yandan insanları güldürürken, bir yandan onları hem uyandırıyor hem de onlara çok şey öğretiyorsun. Bu, çokça bir zekâ işi! Cem Yılmaz, sen “down to earth” birisisin. Amerika’da öyle derler. Yani alçak gönüllü! Nasıl ki Nasrettin Hoca, “Keramet kavukta ise…” deyip başındaki kavuğu karşısındaki adamın başına geçirmiş; işte senin de duruşunla demeye getirdiğin aynen bu: “Marifet eğer kavuktaysa, benim kavuğa zaten ihtiyacım yok. Al, kavuk senin olsun!” Yani bu kadar da alçak gönüllüsün. Sen, kendisini çoktan ispatlamış bir komedyensin. Bugün kalkıp da birisi Nasrettin Hoca’ya bir şey diyebilir mi; diyemez! Sen de yirmi birinci yüzyılın Nasrettin Hocası’sın ve sana ödül vermek sadece sembolik bir şey olur! Dünden bugüne hâlâ bizim Nasrettin Hoca’yı okuduğumuz gibi, bugünün nesli gibi gelecekteki nesiller de seni izleyecek! Nasrettin Hoca hikâyeleri derin mesajlar barındırıyor; Nasrettin Hoca, göle maya çalıyor ve “Ya tutarsa!” diyor! Onun bu mesajı, umut barındırıyor. O, burada bir nevi umudun  açılımını yapmış. Göl gibi bir suyun içerisine maya çalıyor ve oradaki adam “Hoca, Hoca!.. Göl, hiç yoğurt tutar mı?” diye sorunca Hoca da “Ya tutarsa!” diyor. İşte bu yüzdendir ki sen de tıpkı Nasrettin Hoca gibi düşündürücü anlatımlarınla kişilere yol açan mesajlar vererek, izleyicinin hem beynine hem kalbine hitap eden, sevilen bir orta oyuncususun. Ve; sembolik de olsa bundan sonraki kavuğun gideceği yeri de bu disiplinin içinde olan bir komedyen olarak sen tespit etmelisin! Çünkü günümüz toplumunda senin sağlam bir yerin var. Hani, “Benim tahtıma ben oradayken oturma!” diye mizahi bir sloganın var ya; o seviyeye gelme, bu işin profesörü olma liyakatını tespit edebilecek kritere sahip olan kim; sensin Cem Yılmaz! Ammaa; seni de buraya taşıyan kim; halk! Halkın, ilk önce gönlünü kazandın sonra da beynine işledin. Halk dedi ki; “Sen beni mutlu ediyorsun. Sen beni güldürüyorsun. Sen beni düşündürüyorsun.” Sen de bakacaksın ve “Hee..” diyerek; “Şu X kişi, halkı güldürüyor ve düşündürüyor. Şu X kişi, halkın büyük bir kitlesini peşinden sürüklemeye başladı. Halk, bu X kişiye değer veriyor.” Sen bu kanâati getirdikten sonra o X kişiye, “Tamam kardeşim, şimdi sen bu noktaya geldin! Halkın büyük sevgisini kazandın. Al bakalım; bu bayrağı, sen devam ettireceksin!” diyerek bu noktada Kuzey Yıldızı olmuş olacaksın! “Gladiator” filminde kralın dostlarından biri, seçtiği gladyatörlerden bir tanesi ile konuşurken, “Wind the crowd and you will wind the freedom.” diye nasihat etmişti; “Kalabalığı kazanırsan, özgürlüğü kazanırsın.” Benim anlatımımdaki kalabalık, halk. Halkı kazanacak olan da sanatçı. Halk, sanatçının arkasındaysa, o sanatçı zirvededir.

23 Şubat’ta Washington D.C.’de gösterin var. Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. kurucuları olarak özen ve hevesle size takdim etmekten onur duyacağımız onur belgesi ve kavuk için senden ve ekibinden ricamız, değerli zamanınızdan bize bir dilim ayırmanız. Biz, vakıf olarak; hayata gülümseyen, güldüren ve gülmek isteyen herkese yakınız.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141