Çok sevdiğim ve her hatırladığımda güldüğüm bir hikaye vardır. Bugün işte o hikayeyi sizlerle paylaşacağım çünkü şu yaşadığımız günlerde iyi gider de ondan.
Efendim yaşını başını almış bir kadıncağız. Muhafazakar, başı örtülü, yalnız yaşıyor kocası yıllar önce vefat etmiş; dul zavallı.
Ama hala hayata bağlı. Şarkılar türküler dinliyor kendi kendine evinde, bazen dertleniyor bazen o da söylüyor. Yalnız çok yalnız.
Bir gün mahalle de birisi evleniyor. Düğüne davet ediyorlar. Kalkıyor gidiyor, başında baş örtüsü, hanım hanımcık, bağlı , yaşına ve durumuna göre giyinmiş. Buyur ediyorlar. Hal hatır derken müzik başlıyor, millet oynuyor şıkır da şıkır.
Bir oturuyor, iki oturuyor kadıncağız aman müzikte bir coşkulu bir güzel, çaktırmadan sağı solu bir kolacan ediyor. Kimsenin aldırış ettiği yok. Herkes kendi havasında. Oturduğu yerde ufak ufak kıvırmaya başlıyor. Müzik çoştukça çoşuyor. Kadın yavaşca kalkıyor ama içi rahat değil. Ağır ağır kollarını kaldırıyor "Allah bana günah yazma, Allah bana günah yazma" diye mırıldanarak oynamaya başlıyor. Kimse fark etmiyor. Müzik daha da hızlanıyor, kadın da hızlanıyor ve " biraz yaz', biraz yazma " diyerek figürlerini döktürmeye başlıyor. Derken bir Roman havası başlıyor. Kadın baş örtüsünü çözüyor, beline bağlıyor "isteeeer yaz isteeeer yazma diye bir oynamaya başlıyor durdurabilene aşk olsun.
Şimdi ben bunu neden yazdım. Bu lanet hastalık azdıkça üzerimizdeki baskılar da hergün artıyor. Biliyorsunuz yürüyene ceza yazıyorlar, parkta oturana ceza yazıyorlar, bisikletle gezene ceza yazıyorlar, özel arabasında yanında karısıyla seyahat edene ceza yazıyorlar. Lan adam evine gidince karısıyla oturmayacak mı? Gece olunca yatmayacak mı?
Yani canlarım, böyle giderse laylon şeyhinizi ekranlarda ceketini beline bağlamış polisin zabıtaların önünde "isteeeer yaz isteeeer yazma" diye göbek atarken görebilirsiniz. Ne şok olun, ne de ayıplay
Alınırım vallahi alınırım.