6 Şubat depremlerinde 10 ilimizde yaşanan trajediler karşısında gözleri yaşarmayan yurttaşımız var mıdır?
Fakat galiba biz yaşlılar, daha bir duygusal oluyoruz. Son zamanlarda sık sık göz pınarlarımın harekete geçtiğini, bu anlarda sesimin çatallaştığını itiraf etmemde bir sakınca yok.
Son bir hafta içinde bunların en yoğununu yaşadığım iki olay var.
İlki geçen hafta Antalya’dan ziyarete gelen bir meslektaşımla sohbet ederken yaşandı. Amerikan ambargosu nedeniyle Küba halkının büyük bir ekonomik sıkıntıya düştüğü günlerdi. Küba yetkilileri bütün halklara imdat çağrısı yapmıştı. Ankara’da bir yardım kampanyası açmak istedik. Vicdanı kararmış yetkililer bun izin vermeyince, hiç değilse öğretemen olarak çeşitli kuruluşlardan kırtasiye yardımı toplayıp o sırada Havana’da toplanacak olan Uluslaararası Küba ile Dayanışma Konferansı’na elden götürmeye karar verdik. Siyasi parti, sendika, vakıf, dernek gibi 23 Kuruluş bu çağrımıza yanıt vererek birer koli hazırladılar. Bunları Havana’da yetkililere teslim ettik.
Ertesi gün beş bin kişilik Havana Karl Marks Tiyatrosundaki konferansta, ortalarında Kastro’nun bulunduğu başkanlık divanının ortasında bir çocuğu konuşturdular. Çocuk konuşurken bir duygu boşalmasına uğradı ve ağlamaya başladı. Kastro onun başını okşayarak sakinleştirmeye çalıştı.
Dil bilen arkadaşların anlattığına göre, çocuğun ağlama nedeni, uzak diyarlardan kendilerini düşünüp kırtasiye getirenlere teşekkür ederken dugulanması imiş. O anın fotoğrafı uluslararası bir haber ajansı tarafından da bütün dünyaya yayılmıştı. Bunun Türk basınında da yer aldığını yıllar sonra bu olayı kitaplaaştırmak için araştırma yaparken öğrendim. Fotoğrafa sadık kalarak onu ressam bir akrabama da kitabın kapağına koymak için çizdirdim.
Emperyalizme karşı zorlu bir kurtuluş Savaşı vermiş kuşağın torunları olarak en başta sosyalist ve İslam dünyası olarak pek çok halkın yardımını hatırlyan biri, Kübalı bir çocuğun bize teşekkürü karşısında nasıl duygulanmazdı. İşte o anı konuğuma anlatırken gözyaşlarımı tutamadım!
İkincisini, bu yazıyı yazıp paylaştığım 9 Şubat günü yaşadım. Haberlerden Yunanistan televizyonın deprem felaketi ile karşılaşmış Türklerle kardeşliği vurgulamak için sabah yayınına Türkçe bir türkü ile başladığını öğrendim: Bir Karedeniz türküsü olan ve bizim Karadeniz ağzıyla bildiğimiz ve böyle anlarda bir aşk türküsü olmaktan çok bir dayanışma mesajı taşıyan bu türkü “Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim” diye başlayan ezgi imiş. İnsanların birbirlerine en çok ihtiyacı olduğu anlarda, dil, inanç ayrılıklarının, coğrafi uzaklıkların önemsiz kaldığını bundan daha güzel ne anlatabilir?
Yunanistan’da “Hepimiz Türk’üz” yazıları da görülmüş. Türkiye’ye gelen bir ekibin kurtardığı çocuğu, bir Yunanlı kurtarma görevlisinin kucağında gösteren fotoğraf da sosyal medyada yer aldı. Onu da bu yazıya koyuyorum.
İnsanlık böyle zamanlarda belli olur. Almanya’da Türklere karşı işlenen bir cinayet sonrasında birçok Alman, “Hepimiz Türk’üz” pankartı açmıştı. Onlardan öğrenmiş olmalıyız, Hrant Dink katledildiği zaman “Hepimiz Ermeniyiz” pankartı protestocu kalabalığın ellerindeydi. Şimdi hükümete yamanmış milliyetçi-sosyalist bir ekibin yönettiği televizyonda “Bak bak hepsi Ermeniymiş, kendileri itiraf ediyor” diyen bir yorum yayımlanmıştı… Ne yazık ki kışkırtılmış halklar her zaman birbirinin dostu, kardeşi olamıyor. 1915’te Ermeni tehcir ve katliamında pek az Türk “Ermeni” olabildi, büyük çoğunluğu ise ya olaya ilgisiz kaldı ya da yağma ve soygunculuğa kalkıştı.
Bundan önceki “Depremin Depreştirdiği Duygular” başlıklı yazımda (7 Şubat) “Depremin olduğu saatten beri, hırslı politikacıların rakipleri hakkında sarf ettikleri ötekileştirici, hakaret dolu söylemler şıp diye kesildi! Sürekli olması gereken insana saygı birkaç günlüğüne de olsa yürürlüğe girdi” diye yazmıştım. Ne kadar yanılmışım! Bir gün bile sürmedi… (9 Şubat 2023)
zekisarihan.com