221B Dergisi Röportajı
Röportaj: Özlem Özdemir
Alef’in benim için en çekici yanlarından bir tanesi de politik alt metniydi.
Türkiye'nin tek polisiye kültürü dergisi 221B'nin son sayısında yer alan, Blu TV'nin yeni dizisi Alef'in yönetmeni Emin Alper'le yapılan pöportaj.
Ödüllü bir yönetmen olarak filmlerinizden sonra ilk kez bir diziyle seyirciyle buluşacaksınız. Sinemadan ekrana geçmenizi de sağlayan bu projeyi kabul etmenizin nedenleri nelerdi?
Dizi sektörü son on yıldır yönetmenleri giderek daha çok heyecanlandıran bir mecra. Dünyada ve tabii ki özellikle ABD ve İngiltere’de hepimizin hayranlıkla takip ettiği çok kaliteli ve yaratıcı diziler yapılıyor. Bağımsız yönetmenler de giderek artan bir biçimde bu projelerde yönetmen koltuğuna oturuyor. Jane Campion, Andrea Arnold, David Fincher, Paolo Sorrentino bunlardan sadece bazıları. Dizi filmler uzunlukları nedeniyle bize sinema filmlerinin sunamadığı bazı imkânlar sunuyor. Dilediğince öyküyü dallandırıp budaklandırma, yan öykülerle zenginleştirme, karakter seyrini ve gelişimini dilediğince uzatma gibi… Kısacası ben de uzun süredir bir dizi projesinde yer almayı düşünüyordum. Arkadaşım Emre Kayış Alef projesinden bahsettiğinde hem o sıralarda taslak halinde olan hikâyeyi etkileyici bulduğum hem de Emre’ye güvendiğim ve birlikte verimli bir ortak çalışma yürütebileceğimize inandığım için projede yer almak istedim.
İlk bölümü izledikten sonra şunu düşündüm: Alef’te doğru ve etkileyici bir atmosfer yaratmak için çok emek verilmiş. Özellikle açılış sahnesi, güncel polisiye dizilerdeki en iyi açılış sahnelerinden biri bence. Açılıştan sonra biraz daha karanlık bir atmosfer ağırlığını koyuyor, devamındaki sahnelerde daha çok karanlık/gece/geç akşam sahneleri ağırlıkta. Biraz bu sahneleri, buralardaki renk, ışık tercihlerinizi, bunların nedenlerini anlatabilir misiniz?
Dizinin atmosferini oluştururken hem senaryo aşamasında Emre ile hem de realizasyon aşamasında görüntü yönetmenimiz Ahmet Sesigürgil ve Prodüksiyon Tarasımcımız Deniz Kobanbay ile atmosferi tanımlamak için bazı kavramlar kullandık: “Alaturka noir” ve “İslami Gotik” gibi. Ben zaten hem Film Noir tarzına hem de gotiğe meraklı ve meyilliyim. Abluka’da da benzer bir atmosfer yaratmaya çalışmıştım. Karanlık bir katilin İstanbul’un farklı mekânlarında bıraktığı cesetler vasıtasıyla bilinmeyen bir dünyaya yolculuk yapıyoruz. Bu hikâyeye uygun atmosferin de karanlık, kontrastı yüksek ışıklandırma ve koyu pastel renklerle donanmış bir dünya olması gerektiğini düşündüm. Gündüz çekimlerinde de kapalı ve yağmurlu hava koşullarından da olabildiğince yararlanmaya çalıştık. Ancak ilerleyen bölümlerde bu karanlığı dengeleyen yerli bir mizah duygusuyla da karşılaşacağımızı da şimdiden belirteyim.
Maktüllerin bulunduğu mekânlar, bulundukları haller, özellikle adli tıp ve otopsi sahneleri... Bunlar pek çok açıdan yerli polisiyeler için bir ilk. Yerli polisiyede genelde soruşturma ve kaçma-kovalamaca anlarına ağırlık verilir ve cinayetin işlendiği biçimler, adli tıp sahneleri çok detaylı gösterilmez. Buradaysa adli tıp uzmanı, ilk cesedin yanında tüm detayları anlatıyor. Bunlar sizin için önemli tercihler miydi?
Bu soruyu Emre’ye de sormak lazım. Uzun morg sahnelerini en ince detaylarına kadar yazan o çünkü. Emre bu sahneleri yazarken Adli Tıp uzmanlarından destek alarak cinayetleri ve işlenme biçimlerini en ince ayrıntılarına kadar detaylandırdı. Alef tarzında polisiyelerin seyircide uyandırmaya çalıştığı bir dehşet duygusu vardır. Gotik hikâyelerde de karşımıza çıkan, ilk ve en güzel örneklerini Edgar Allan Poe’nun verdiği tarzda bir duygu bu. Thomas de Quincey’nin yıllar önce adını koyduğu Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet kavramından bahsediyorum. Kimi cinayetlerin işlenme biçimi garip, tekinsiz ve korkutucu bir hayranlık yaratır. Bu hissi sinema izleyicisi en iyi Seven’dan bilir. Biz de bu projede yer yer benzer bir ürkütücülük yaratmaya çalıştık. İlerleyen bölümlerde Adli Tıpçımız Arap’ın da dile getireceği gibi katilimizin cinayetlerindeki “yaratacılığı” vurgulamak için bu morg sahnelerine ve uzun otopsi sahnelerine ihtiyaç vardı. Evet, bu yapmaya çalıştıklarımız yerli polisiyede çok denenmemiş mecralar.
8 bölümü çektikten sonra ve artık seyirciyle buluşmasına çok az kalmışken Alef sizin için ne ifade etti, ön çalışmaları, çekim süreci ve çekim sonrası süreçlerde neler yaşadınız?
Çok iyi, işini çok iyi bilen ve çalışkan bir ekiple çalıştım. O yüzden çekim süreci son derece sorunsuz ve verimli geçti. Ama hepimiz çok yorulduk. Çok zor sahnelerimiz vardı. Her ne kadar diziyi makul bir sürede çekmiş olsak da kimi sahnelerde hem prodüksiyon imkânlarımızın hem de çekim süremizin daha uzun olmasını isterdim. Dizinin geneli itibarıyla prodüksiyon kalitesinin çok iyi göründüğünü söyleyebilirim ama dünyadaki benzerleriyle kıyaslandığında oldukça kısıtlı bir bütçeyle çalıştık. Bu hepimiz için işin en zorlayıcı kısmıydı.
Alef’in izleyenlerde nasıl sorular ve duygular bırakmasını istersiniz?
Alef’in benim için en çekici yanlarından bir tanesi de politik alt metniydi. Hikâyenin ülkemizde çok az bilinen kimi tarihi olaylara uzanarak hem bu toprakların müthiş kültürel ve düşünsel zenginliğine az da olsa ışık tutması hem de bu zenginliği her daim bastırmaya çalışan iktidarlara karşı hayıflanma dolu bir bakış içermesi benim en önemsediğim taraflarından biriydi. Umarım seyirci de bu alt metni hakkıyla kavrar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.