1999 Depremi nedeniyle o günlerde yayımlanan “Deprem Sosyalizmi” başlık yazımı, Elazığ Depremi nedeniyle yeniden gündeme getirmem sebepsiz değildi. İnsanlar ancak felaket günlerinde sosyalizmi, yani eşitliği, insanlığı, adaleti hatırlıyor. Bunu ucundan bucağından da uygulamak zorunda kalıyor.
Aynı kavramlar uğradığımız son felaket olan Korona salgını nedeniyle de hatırlanır oldu. Öyle ya her bedenin yemeğe ihtiyacı var. Maske ve kolonya herkes için gerekli. İşsiz kalanlara “Ne halin varsa gör” denemez. Toplumsal işbölümünde işçiliğin, çiftçiliğin, şoförlüğün, doktorun, hastabakıcının, öğretmenin, ev kadınının, elektrikçinin, kısacası her bir meslek mensubunun ne kadar önemli olduğu ve birbirlerine bağlı olduğu bir kere daha kanıtlanıyor.
İnsanlık Korona felaketini atlatmak için dünya ölçeğinde elbirliğiyle çaba gösteriyor. Şimdi, bu salgını alt ettikten sonra kurulacak yeni düzenin ne olması gerektiği konusunda niyetlerimizi dillendiriyoruz.
DEVLETÇİLİĞE Mİ DÖNMELİYİZ?
Bazı kalem erbabı, Türkiye’nin devletçiliğe dönmesini öneriyor. Nasıl bir devletçilik olduğunu tanımlamak için de “1930’ların devletçiliği” diyorlar.
Bilindiği gibi, Son Osmanlı ekonomik sistemi liberaldi. Özendiği yer Avrupa kapitalizmi idi. Yeni Türkiye’nin bu sistemi kabul ettiğini kanıtlamak için de 1923 İzmir İktisat Kongresinde serbest piyasa sistemi kabul edildi. “Niçin bizim de milyonerlerimiz olmasın?” sözü o döneme aittir. Ancak Türkiye’deki özel ellerdeki sermaye birikiminin milyonerler yaratmaya yetmediği görülünce, 1929 ekonomik buhranını atlatmak için “devletçilik” politikası kabul edildi. Türkiye’de kapitalizm hâlâ devletten beslenir.
Aydınlar sonradan çok yazmışlardır: Bu 1930’ların devletçiliği devlet eliyle milyonerler yaratma politikasından başka bir şey değildi ve öyle de oldu. Köylülerden alınan ağır vergilerle bir takım sanayi tesisleri kurulup demiryolları yapıldıysa da bundan aslan payını alan bürokrasi ve burjuvazi oldu. Halk kitleleri yoksul kaldı. Bu nedenle 1930’ların devletçilik uygulaması kitlelerin yoksulluğu ile özdeşleşti. O devletçilik ancak jandarma ve tahsildar ile uygulanabilirdi ve öyle de olmuştur.
Eğer bu konuda tarihimizden ilham alacaksak bu 1930’ların devletçiliği değil, 1920’nin emperyalizmi ve kapitalizmi hedef alan Halkçılık Beyannnamesi’dir.
“Devletçilik” kavramının kendisi, halkçılığı, halka hizmeti ve hele halk iktidarının karşılığı değildir. Devleti hangi sınıf elinde tutuyorsa, onun çıkarlarının öne alındığı bir sistemin adıdır. 1930 devletçiliğine dönülmesini önerenler, 1930’lardaki iktidarın sınıfsal aidiyetini bir kalemde gözlerden saklayabileceklerini sanıyorlar. Eğer devletçiliğe dönülecekse onu uygulayacak iktidar da sınıflar dışı olmayacak. Siyasi hayatları sosyalizm düşmanlığı ile geçmiş, halkın yararına bir iş görmeyi sadaka olarak gören bir siyasi kadronun uygulayacağı devletçilikten bir hayır gelmez.
Ekonomiyi tekelleştirme ile siyaseti ve ideolojiyi tekelleştirmek at başı gitmek zorundadır. Geçmişte bunun en anlamlı ifadesi, “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” veciz sözüdür. Bu, bütün işçi ve köylü hareketinin, onların siyasi temsilcilerinin nerde görülürse ezileceği anlamına gelir ve öyle de olmuştur.
AKLIMIZDA BULUNSUN…
Nasıl bir gelecek yaratacağımızı düşünürken, ekonomiyi, siyasi ve sosyal hayatı birlikte ele almak zorundayız. Örneğin, bugünü iktidar kadroları (aslında tek adam) halkçı bir düzene evrimle yeteneğine hiç sahip değildir. Bunu darbelerine alışık olduğumuz askerî bürokrasi de yapamaz. 27 Mayıs devrimcileri bile ne yapacaklarını tam olarak belirleyemediklerinden sonunda iktidarı kapitalistlere ve toprak ağalarına devretmek zorunda kalmışlardır.
Türkiye bugün iktisadi sistemi değiştirecek kitle hareketlerinden yoksundur. Başını kaldıranı da milliyetçi-dinci-yağmacı bir iktidar çeşitli yollarla şiddetle ezmektedir. Dişe dokunur bir kitle hareketi olmamakla birlikte halkın geniş kesimlerinin burnundan soluduğu da bir gerçektir. Bu kitle güçlü bir önderliğe kavuşamazsa ve ne yapacağını bilemezse düzeni değiştiremez ve büyük kayıplara uğramakta olduğumuz korona virüs salgınından kazancımız, o da hâlâ gerçekleşememiş olan bir şişe kolonya ile bir maskeden ibaret kalır…
Bu nedenle kurmak istediğimiz yeni düzeni 1930’ların devletçiliği değil, halkçı bir ekonomik ve siyasi düzen olarak tanımlamak yerinde olur. Bunun adı, şimdiye kadar uygulanmamış olan Halkçı devletçiliktir. Bu yolda atılacak ilk adım, Tek Adam Rejimine son vermektir.
Aklımızda bulunmasında fayda var… (15 Nisan 2020)