Günlerdir Doğu Akdeniz’de bir savaş tehlikesinden söz ediliyor.
Öyle ya, silahlarla donanmış gemiler, uçaklar, o sularda, o göklerde turistik gezi için bulunmuyorlar. Zaten savaş için yapılmışlardı. Bir sahne oyununda duvarda bir tüfek asılıysa onun sonunda patlayacağı sözü boşuna söylenmemiş.
Savaş ölümdür, yıkımdır, kandır, kindir, ağıttır. On yıllarca dinmeyecek yaralar açar. Bu yara bazen yüzyıllar boyu kapanmaz. Yalnızca üzeri kabuk bağlar.
İki türlü savaş olduğunu herkes bilir. Haklı savaşlar, haksız savaşlar. Savaş, yurdu elinden alınmak istenenler için haklı, saldırganlar için haksızdır. Bu satırları 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’un 98. Yıldönümünde yazdığım için haklı ve haksız savaşları ayırıp seçtiğimi kabul etmelisiniz.
Savaşmakta haklı olanlar, kaybettikleri savaşlar için ders çıkarır, bunun nedenlerini irdeler, kazandıkları savaş için de gurur duyarlar. Talih en sonunda haklı olanın yüzüne güler.
Haksız yere savaşanlar ise ne kadar çalışsalar da bunun ezikliğinden ve utancından kurtulamazlar. Aklı başında hangi Türk Kore Savaşı’yla övünebilir? Vietnam Savaşı Amerikan tarihine altın yaldızla mı yazılmıştır?
Dünya tarihi aynı zamanda bir savaşlar tarihi olduğu için bunun sayısız örnekleri vardır. Kadeş Savaşı’nda hangi taraf haklıydı? Hititler mi? Mısırlılar mı? Dandanekan Savaşı’nda haklı olan, haksız olan hangi taraftı? Napolyon Savaşlarında tarih hangi devleti ve kumandanı haklı görmüştür? Şu dünyayı cehenneme çeviren İkinci Dünya Savaşlarında hangi ordular zulmün, hangileri kurtuluşun ordusuydu?
Doğu Akdeniz’de bir savaş çıkarsa, o savaş boyunca savaşla ilgili bir yazı yazmayacağım. Böyle zamanlarda hükümetlerin savaş aleyhine yazı yazacakları vatan haini ilan edecekleri tecrübeyle sabittir. Zaten millet de hükümet tarafından galeyana getirilmiş olur. Herkes burjuvazinin çıkarları ve söylemleri çevresinde kenetlenmeyi görev bilir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce emperyalist ülkeler savaşa hazırlanırken, eğer savaş çıkarsa buna karşı koyacaklarını ilan eden Sosyalist Enternasyonale bağlı partiler bile bölünmüş, partilerin çoğu hükümetleri tarafına geçmiştir!
İstisnaları yok değildir. Lenin ve Alman, Macar sosyalistlerinin bir kısmı bu istisnayı teşkil ederler. Onların savunduğu haklı tutum, dünyada o zamana kadar görülmemiş bir devrim patlamasına neden oldu.
KİMSE BAŞKASININ TOPRAĞINA DA DENİZİNE DE GÖZ DİKMEMELİ
Hakkında binlerce kitap yazılmış ama bu konuda hiç hesaba katılmamış biri daha var: Mustafa Kemal Paşa. Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine karşıydı. Bir komutan olarak verilen görevleri yaptı fakat savaşın ortasında daha her şey kaybedilmemişken ve birçok şeyi kurtarmak mümkünken “zararın neresinden dönülürse kârdır” diyerek bu savaştan çıkılması için hükümete muhtıralar verdi. Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştırdıktan sonra “Yurtta barış, Dünyada barış” ilkesini savundu. “Bizim kimsenin toprağında gözümüz yoktur, bundan sonra gelecek olanlar da bu anlayışta olacaklardır” diyerek sağlam olduğuna inandığı ilkeler ortaya attı.
Fakat devletin başında olanlar nasıl da değişiyor veya devletin başına geçenler ne kadar değişik insanlardan oluyor! O zamanın Mustafa Kemal Paşa’sı veya Anadolu’yu istilanın Yunanlılar için felaket olacağını haber veren Metaksas’ın nesli tamamen tükendi mi?
Kulaklara küpe olsun: Bir insan vatanını ne kadar seviyorsa başka milletlerin haklarına da o kadar saygılıdır. Vatanını yabancıların ayakları altına serenler, başka milletlere horozlanmaya o kadar teşnedirler.
Son yüz yıl içinde Türk milletinin kazandığı kesin sonuçlu en büyük zafer olan 30 Ağustos’un dil ucuyla kutlanıp ağırlığın Malazgirt Savaşı’na verilmesi, bu anlayış değişikliğinin ifadesinden başka bir şey değil. “Yurtta Savaş, Dünyada savaş” anlayışının bir kanıtı.
Eğer Doğu Akdeniz’de Türkiye bir savaşın içine girerse, büyük bir ihtimalle muhalefetin de bunu isteyerek veya kerhen destekleyeceği açık. Televizyon ekranlarındaki tartışmalarda şimdiden bunun emarelerini görüyoruz.
YERYÜZÜ HERKESE YETER
Oysa yeryüzünün zenginlikleri herkese yeter. Oturup konuşun. Makul olanı yapın. Eğer anlaşamıyorsanız hakemlere başvurun. Size aklın yolunu gösterecek kuruluşların, barışseverlerin kökü mü kurudu?
Eline silah değil bir sopa bile almaktan çekinen biriyim. Millî Mücadele gibi bir savaşın içinde olsaydık, ne yapabileceğimi düşünüp duruyorum. Bir savaş, yalnızca cephelerde silah kullananlarla verilmez. Pek çok geri hizmet alanı vardır ki, top, kılıç, tüfek kullanmak kadar gereklidir. Örneğin ben de Adana işgal edilince Toroslara çekilip bir tren vagonunda “Adana’ya Doğru”, Balıkesir’de “İzmir’e Doğru”yu çıkaran, Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinde görev alıp cephe için yardım toplayan biri gibi çalışırdım. “Millî Mücadele’de Maarif Ordusu” erleri gibi açık olan okulların birinde çocuklarımıza ve gençlere “dünyanın en güzel dillerinden birini öğretmek” bile az hizmet sayılmazdı. Halkı yeni bir geleceğe hazırlamak için Anadolu’yu gezip konferanslar verirdim.
Bütün bunları haklı bir savaş içinde bulunan milletin bireyi olarak seve seve yapardım.
Haksız bir savaşın yanında olmak benim bütün kimliğimi, benliğimi yerle bir ederdi… İnanın yüzüm kızarmadan insanların içine çıkamazdım… (26 Ağustos 2020)