Höt!” denilince bir günlük uzağa kaçmak gerekmez. Günümüzde de her türlü görüş açıklamaktan çekinen, iktidarın bu nedenle kendilerine zarar vereceğinden korkan milyonlarca insan var.
İlk sayısı Ocak 1980’de yayımlanan Öğretmen Dünyası dergisi dört yaşından ay alıyordu. Tarih 2 Temmuz 1983 Cumartesi günü idi. Derginin Yazı Kurulu üyeleri her cumartesi sabahı Ankara’daki Tuna Caddesindeki Tuna Han’ın dördüncü katındaki altı metrekarelik büroda toplanmış, o günkü gündemimizi görüşüyorduk. Gündemlerimizde bir haftalık gelişmeleri duyurup yorumlamak, derginin o ay çıkan sayısını eleştirmek, dergiye gönderilen yazılar içinden yayımlanacak olanları seçmek, gelecek sayılar için yazı konularını belirlemek gibi konular olurdu.
Yazı kurulunda boş üyelik varsa buna adaylar gösterip içlerinden birini seçmek gibi ayrılmak isteyenler hakkında karar vermek de gündem konusu yapılırdı.
12 Eylül karabasanının üzerinden yaklaşık üç yıl geçmiş olmakla birlikte aydınlar üzerindeki devlet terörü devam ediyordu. İki buçuk ay önce derginin iki mensubu olan kardeşim Ayhan’la 1402 Sayılı yasaya dayanılarak çok sevdiğimiz ve zevkle yaptığımız öğretmenliğimize son verilmişti. Bu karar yalnız bizi cezalandırmakla kalmıyor, benzer özellikleri taşıyan öğretmen ve memurlara gözdağı verme amacını da taşıyordu.
O tarihte Yazı Kurulu sekiz kişiydik. Kurul içinden Ayhan Sarıhan derginin sahipliğini, Satı Erişen de sorumlu müdürlüğünü üstlenmişti.
AİLE FACİASINA SEBEP OLMAMAK İÇİN
Toplantıda, yazı kurulu üyesi olan bir arkadaşımız bu görevden istifa etmek zorunda olduğunu söyledi. Nedenini eşinin baskısı olarak açıkladı. Oğlu yakında askerden gelecekmiş, resmi kurumlarda iş arayacakmış, Babası Öğretmen Dünyası Yazı Kurulunda diye iş vermeyebilirlermiş. Arkadaşımız, eşini ikna edememiş. İleride oğlunu işe alamazlarsa eşinin suçlamalarından kurtulmak için istifa etmek zorunda kalıyormuş!
Bu gerekçenin yanlış olduğunu anlattık. Ama arkadaşımızın huzur içinde olabilmesi için istifasını oy birliği ile kabul ettik… O, nesli tükenmekte olan öğretmenlerden biriydi. Ciddi, işine son derece bağlı, çok dürüst ve temiz bir arkadaşımızdı.
“Dergimizden bir cenaze çıkmış kadar üzgünüm” dedim. Gözpınarlarımdan süzülen yaşları arkadaşlardan gizlemeye çalıştım.
Bütün canlılar gibi insanlar da kendilerini tehlikelerden korumak için refleks gösterirler. Özellikle yuvayı ayakta tutmak isteyen anneler, bu konuda daha duyarlıdırlar. Burada ayırıp seçilmesi gereken şey, neyin tehlikeli neyin tehlikesiz olduğunu anlamaktır. Böyle karışık dönemlerde pek çok kadın eşlerinin ve çocuklarının eteklerinden tutup geriye çekmiş, bu durum boşanmalara bile yol açmıştır. Gizli kalmış aile tarihleri bunun örnekleriyle doludur.
Bir yıl sonra tehlike geçmiş olmalıydı ki arkadaşımız Yazı Kurulu üyeliğine yeniden aday oldu. Fakat ona karşı gönlü yaralı olan kurul, bu isteği reddetti! Gene de daha sonraki yıllarda bazı çalışmalarda birlikte olduk.
KİMSEYİ RAZI EDEMEYİNCE…
Derginin sahipliği ve yazıişleri müdürlüğü boşaldığı zamanlarda yeni bir sahip ve yazıişleri müdürdü bulmak için az uğraşmadık. Bunu yapabileceğine inandığımız aydınların listesini önümüze alıyor, listedeki adlara bu görevleri öneriyorduk. İçlerinde yazı hayatı olan, Köy Enstitü mezunu yazarlar ve eski örgütçüler de vardı. Özellikle yazıişlerine adam bulmak mümkün olamıyordu. Her biri bir mazeret ileri sürüyordu!
Bu durum 1988’e kadar sürdü. O yıl, başka bir çözüm bulamadığımız için derginin hem sahipliğini, hem yazıişleri müdürlüğünü üstlendim! 1982’de yazıişleri müdürlüğüm iki ay sürebilmişti. Ankara Emniyet Müdürlüğü, eğer bu görevi bırakmazsam beni Ankara’dan sürdüreceğini söyleyince görevi devretmek zorunda kalmıştım.
Basın Yasası, öğretmenlerin meslek dergilerinde sahip ve yazıişleri müdürü olabileceği hükmünü- taşıyordu ama Türkiye bir kanun devleti değil, polis devletiydi.
1988’de bu görevleri üstlenince, Millî Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel’e bir mektup yazarak durumu anlattım. Bunun anlamı “Başıma bir iş gelirse sizden bilirim” demekti.
Ertesi hafta çalıştığım okula sivil bir memur gerek çalıştığım okulda ayaküstü bir soruşturma yapıp gitmiş. Daha sonraki aylarda Bakanla makamında görüştük. Dergimizin kuruluş yıldönümü kokteyline de geldi.
Türkiye yavaş yavaş liberalizme açılıyordu. Avni Akyol’un bakanlığı döneminde bir sürgün yaşadım ama bu ondan habersiz yapılmıştı ve dokuz ay sürgün yerinde çalıştıktan sonra mahkeme kararıyla eski okuma döndüm.
KORKUNUN SINIRINI ANLAMAK…
Keyfi idarelerin, düşünceye tahammülsüzlüğün Türkiye’ye maliyeti büyük oldu. Eğitim hayatı da bundan fazlasıyla payını aldı. 40 yıllık Öğretmen Dünyası bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Fakat burada aydınlar için asıl sorun, korkunun sınırını belirleyememektir. “Höt!” denilince bir günlük uzağa kaçmak gerekmezdi. Günümüzde de her türlü görüş açıklamaktan çekinen, iktidarın bu nedenle kendilerine zarar vereceğinden korkan milyonlarca insan var.
Günlük güneşlik havalarda kılavuzluk yapmak kolaydır. Asıl zor olan ortalığı sislerin kapladığı ortamlarda yola çıkmış kafilenin başında gidebilmektir…