CHP yöneticilerinin kamu kurumlarında çalışan kadınlar için türbanı yasal güvenceye kavuşturmak amacıyla verdikleri yasa önerisi zaten karışık olan siyasi ortamı daha da karıştırdı.
Doğrusu, artık böyle bir sorun yokken Sayın Kılıçdaroğlu’ndan böyle hamle beklemiyorduk. Denildiğine göre AKP’li çevrelerde, şöyle bir görüş propaganda ediliyormuş: “CHP iktidara gelirse türbanı yeniden yasaklayacak!” Böylece AKP, türban takan muhafazakâr tabanını yanında tutmak istiyormuş! CHP de bu söylentiyi etkisiz kılmak için “Bakınız türbanı yasal güvenceye kavuşturuyorum” demek istiyormuş.
Erdoğan hiç altta kalır mı? “Madem öyle, işte böyle” dercesine türban için anayasa önerisinde bulunuyor. Alışkın olduğumuz üslubuysa “Adam gibi adamsan Anayasa önerimizde bizi destekle” diyor.
Halk ekonomik sıkıntılar içinde boğuşur, muhalif kesimler baskılar nedeniyle nefes alamaz hale gelmişken boğulurken, nur topu gibi bir sorunumuz daha (yeniden) doğdu.
DÜĞME BAŞTAN YANLIŞ İLİKLENİNCE…
Bu konu, olayı baştan almamıza sebep olmazsa, siyasi hayatımız için de gerekli dersleri çıkaramayız.
Başörtüsü veya türban konusu nasıl 80 yıl boyunca bir sorun değilmiş gibi göründü de son 20 yılda AKP’nin kullandığı bir araç haline gelebildi?
Çünkü ilk düğme daha baştan yanlış iliklenmişti. Türkiye’yi kentsoylulara dayanan bir seçkinler grubu yönetiyordu. Bu yönetim bir kültür devrimi yapmak istedi. Kılık kıyafet değişimi de bunun bir parçasıydı. Kadınlarımız Avrupalılar gibi giyinmeliydiler. Kadınları buna zorlamak tepki çekebilirdi. Bu nedenle çarşaflarını atmaları için teşvik edildi ama okul, devlet daireleri gibi kamu kurumlarında baş açık görev yapmaları yönetmeliklerle zorunlu kılındı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu kurumlardandı. İşçi ve köylülerin zaten Meclis’e girmeleri mümkün değildi. Yönetme hakkı Batıcı burjuvazinindi. Kentlerde memur ve esnaf kızları okula gidebilirken konulan bu şarta severek veya sevmeyerek uydular. Köy kızları o da varsa ancak ilkokula gidebiliyor, henüz reşit olmadıkları için velileri tarafından başlarını açmalarına ses çıkarılmıyordu. Ne zaman ki ülkeyi kapitalizm sarıp sarmalamaya başladı, iş alanları arttı, köylüler kentlere akın etti, köy kızları da okuma imkânına kavuştular. Bu aynı zamanda geçinebilmek için zorunlu hâle geldi. Fakat bu kızlar, birden kültür değişimine ayak uyduramadılar. Başörtüleriyle okumak, aynı zamanda devlet kurumlarında görev almak istediler. Fakat başlarına örttükleri artık köylü ve kasaba kadınlarının yaşmağı, yazması değildi. Türban diye gelenekte olmayan bir şey ortaya çıkmıştı. Geleneği dincilik deforme ederek kullanmaya başladı.
Türban direnişi ilk kez 1960 sonlarında İlahiyat Fakültesinde ortaya çıktı. Giderek yaygınlaştı ve bir bakıma kitleselleşti.
Türkiye’yi yönetme hakkını elinde bulunduran burjuvazi, buna itiraz etti. Başörtüsünü yasakladı. Sür aşağı sür yukarı, taşradan yükselen fakat taşra kültürünü bırakamayan bir kesim iktidara gelince bu zümreye türban takma hakkı vererek gücünü kanıtladı. Böylece 80 yıl yönetimden uzak tutulmuş bir kesimin kadınlarını Meclis’e taşıdı. Burjuvaziden öcünü aldı.
DÜĞME NERDE YANLIŞ İLİKLENMİŞTİ?
Düğmenin yanlış geçirildiği ilk ilik, toplumu yönetme ve onun kültürünü belirleme hakkının kentsoyluların hakkı olduğunu ileri sürerek işçi, köylü gibi devasa nüfusa sahip bir kitlenin yönetimden uzak tutulmasıdır. Öyle olunca bu kesimlere mensup bir kadının kamu işlerinde görev alması mümkün değildi. Çok azı bu eşiği atlayabilse bile burjuvazinin koyduğu kurallara uymak zorunda kalıyordu. 1960’lardan başlayarak ülkenin sosyolojik yapısı değişti, ülke köylü ağırlıklı bir ülke olmaktan çıktı, kentli-köylü karışık, bu nedenle de her kültürün görünür hale geldiği bir yapıya kavuştu. Artık devlette onların da temsilcileri olacak veya bazı kesimler onları temsil etmeye kalkışacaklardı.
ÖNGÖRÜLEMEZ MİYDİ?
1920’lerde, 1930’larda ülkeyi yönetenler, kadınlık âlemi için bugünkü toplumun benimsediği mirasta eşitlik, tek eşlilik ve medeni nikâh gibi reformlar yaptılar. Fakat 70-80 yıl sonra giyim geleneğinin nerede olacağını öngöremediler. Günümüzdeki sosyolojik yapıyı tahmin etmeleri de kolay değildi. Muhtemelen sınıflarının iktidarının sürekli olacağını, kültür değişiminin de çok geçmeden bütün toplum tarafından kabul göreceğini düşünmüş olmalılar. Türkiye’deki reformları Afganistan’da uygulamaya kalkışan Emanullah Han, bu nedenle iktidardan olmuştu. İşin düşündürücü yanı, ordu ve bürokrasinin uzun yıllar bu değişimi ve onun getirdiği sonuçları kabul etmemekte direnmesidir. Bu hatalar günümüzde değişmeye çalışan CHP’nin yükselişinin önünde bir engel oluşturuyor.
Fakat asıl yapılan yanlış, baştan beri yönetim hakkını elit Batıcı burjuvazide görüp emekçileri iktidardan uzak tutan anlayıştadır. Emekçilerin iktidar mücadelesini şiddetle yasaklamalarıdır. Varsın kadın-erkek, toplumun emekçi tabakalarını temsil edenler de başörtüleriyle Meclis sıralarında yerlerini alsınlardı. Başörtüsü konusunu gericilerin malzemesi olmaktan daha o zaman çıkarsalardı.
Yapılacak şey, giyim kuşam konusunu toplumun kabulüne bırakarak politikayı sınıfsal temeller üzerine kurmak ve halkı iktidara taşımaktır. (6 Ekim 2022)
zekisarihan.com