AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Çılgın projem” dediği ve kendisinin saygınlık eseri olarak gördüğü Kanal İstanbul’un, kamuoyunun bütün karşı duruşuna rağmen yapılacağı anlaşılıyor. 75 milyar maliyeti hesaplanan bu kanala ihtiyaç var mıydı? Bu devasa inşaat daha çok kimleri zengin edecek? İstanbul Boğazına paralel bu yeni kanalın uluslararası deniz araçlarının geçişini nasıl etkileyecek? Kanal olası bir depremde nasıl bir rol oynayacak? Su kaynaklarını ve doğaya zarar verecek mi?
Benzer sorular uzayıp gidiyor.
Bir köylü çocuğu olan ve bir türlü kentleşememiş benim gibi saf insanların anlayışında ise bu kanal niyetinin daha başka bir anlamı var. Kanal’ın, depremlerden ne ölçüde etkileneceği veya depremleri nasıl etkileyeceği, uzmanların karar verecekleri bir konudur. Onlara da inanırız. Fakat benim gibi düşünenleri ikna etmek için ne araştırmaya ihtiyaç vardır ne de dil dökmeye.
Hareket noktamız halkın çok daha temel sorunları varken, ekonominin önemli bir bölümünü kanala yatırmanın büyük bir saygısızlık ve adaletsizlik olduğudur. Bu parayla neler yapılabilir, bunun hesabını çıkarmak benim için kolay değilse de 75 milyar liraya karda kışta ayağı donan okul çocuklarına binlerce sıcak bot dağıtmak mümkündür. Yüzlerce köy yolunu asfaltlamak mümkündür. Yüzlerce, binlerce okula küçük de olsa birer kütüphane kazandırmak mümkündür. İşsizliği azaltacak programlar uygulamak mümkündür… İstanbul’u kanalla ikiye böleceğine öğrenciler için yurtlar yaptırsana…
HARAM PARAYLA
Halk yarı aç, işsiz, yoksul, sosyal hizmetlerden yoksunken bütçeyi zenginlerin emrine vermek ve onlara para kazandırmak, daima iktidarların politikası oldu. Osmanlı Devletinin klasik döneminde ağır vergiler, kıtlık ve güvensizlikten köyler boşalırken Edirne, İstanbul ve Bursa gibi illerde görkemli camiler yükseliyordu! Şimdi bunlar, yaptıran padişahların, vezirlerin veya padişah haremlerinin adları ile anılıyor. Bu paraları nerden buluyorlardı? Ya ganimetten kendilerine ayrılan paylardan, ya rüşvetle yapılan servetlerden ya da gelirleri kendilerine tahsis edilen arazilerden. Bunların tümü haram paraydı.
Sinan’ın veya Mimarbaşı Davut Ağa’nın bir eserindeki inceliğe hayran olalım ama o eserin kaç insanın eti ve kemiğiyle yoğrulduğunu da unutmayalım. Kimse benim gibi iflah olmaz halkçıların, Dolmabahçe Sarayı’na bakınca millet yoksulluktan perişan bir haldeyken gösteriş için Avrupa’dan borç para alarak saraylar yaptıran zihniyete hayır dua edeceğini sanmasın.
ÖNCELİK SORUNU
1967’de İstanbul’a Boğaz köprüsü yapılıyordu fakat bizim köye motorlu bir araç çıkamıyordu! Ürünlerimizi kasabaya eşeksırtında, çamurlara bata çıka götürüyorduk. Bu köprüye karşı çıkışımızdaki mantığı birçok insan anlamamış, yapılan her olumlu işe solcuların karşı çıktığı gibi tevatür uydurmuştur. Bu bir öncelik konusudur. Köylüler elbette kendi köylerine yol yapılmasına öncelik isteyeceklerdi.
Bir yazımda anlatmıştım: Annem Ankara’ya yanımıza geldiği bir tarihte Kocatepe Camii yeni bitmişti. Ona camiyi gezdirdim. Eve varınca izlenimlerini sordum: “Bu kadar masrafa ne gerek vardı?” dedi. Köylü mantığıyla buraya gömülen servetle köylerde ne gibi hizmetler yapılacağını düşünmüş olmalıydı.
İNANLARI ÖLÜMSÜZLEŞTİREN YAPILAR DEĞİLDİR
Bütün feodal ve burjuva iktidarlar, kölelik döneminde Firavunların ve benzerlerinin yaptırdıkları gibi, devasa yapılar yaptırarak kendilerini ölümsüzleştireceklerini sanmışlardır. Oysa bir çeşit ölümsüzlüğe ulaşanlar, bu yapıların içine kendi mumyalarını da koyduranlar değildir. Zulme karşı başkaldıranlar, hak ve adalet kavgasına önderlik edenler, insanların gönlüne giren bilgelerdir.
Ülkemizde bir halk iktidarı veya halkçı bir iktidar olaydı, Kanal İstanbul gibi bir gösterişli inşaat işine girişmek yerine emekçilerin geçim koşullarını iyileştirecek programlar yapardı.
Başımıza ne geliyorsa iktidar sahibi olamayışımızdan geliyor.