Hayatı Hakikiye Sahneleri-15
Eskiden, öğrenim yapma imkânına kavuşmuş olan köylü çocukları, kentli ve memur çocuklarından farklı olarak yaz tatillerini oyun ve eğlencelerle geçiremezlerdi. Ailenin yetişkin bireyleri gibi işin bir ucundan tutmak zorundaydılar. İşler ise hiç bitmezdi!
Küçükler için hayvan otlatmak, delikanlı olanlar için oduna gitmek, tarla bahçe işleri vardı.
Ben de ilköğretmen okuluna kaydolduğum 1958’den başlayarak yaz tatillerinde köye döndüğümün ertesi günü işbaşı yapardım. Hatta kasabadan köye altı saatlik yaya yürüyüşünden sonra köye akşam olmadan varırsam, evdekilerin nerde olduğunu sorar, kazmayı kaparak onların yanına bir kaç saat de olsa çalışmaya koşardım. İnsanın annesi, kardeşleri, yengesi tarlada çalışırken hiç evde yan gelip yatması olur muydu?
O tarihlerde Karadeniz Bölgesi’nde nisan ve mayısta çift sürülür, haziranda ise yaklaşık bir karış olmuş mısırlar için “eski ot” denilen mısır kazma imecileri yapılırdı. Toprak çapa ile havalandırılır, tarlalardaki otlar ve mısır fidelerinin sıkları çapa ile alınırdı. Temmuzda ise yarım metre kadar büyümüş mısırlar için “ikileme” denilen yeni bir “darı kazma” işi yapılırdı. Gene otlar ve sık olan mısırların cılız olanları kesiler, toprak havalandırılır ve mısır fidelerinin dibine toprak yığılırdı. Fındık bahçelerinin her yanı kaplaması nsdeniyle mısır tarımı şimdi el kadar küçülmüş tarlalarda bugün de yapılıyor.
30 Mayıs 1962 günü yaz tatili nedenyle Lâdik’ten köye döndüğümde mısır kazma imeceleri yeni başlamıştı. Ertesi gün bir komşumuzun Sivri denilen tarlasında mısır kazma imecesine gittim.
KAZMNIN SAPI KOPUVERDİ
Annem, her işe başladığımızda “Bismillah” çekmemizi öğüt verirdi. “Bismillah” dersen işin kolaylaşır ve rast gelirdi. Zaten dilimizin alışık olduğu bu kelimeyi söylemenin bir zahmeti ve sermayesi yoktu. Bu alışkanlık bende hâlâ devam ediyor. Ancak bu bir moral depolama işidir. Yoksa örneğin arabayı dikkatli kullanmazsam direksiyona geçtiğim zaman çektiğim besmelenin hiçbir işe yaramadığını herkes gibi bilirim. “Dünya kadar”, ne dünyası uçsuz bucaksız evren kadar işi olan Allah’ın sırf onun adıyla işe başladım diye beni her türlü kazadan, beladan korumayı iş edinmesi beklenemez.
Tarlanın alt başında sıralandık. Hep birlikte kazmaya başlamadan önce yüksek sesle darı kazmaya başlangıç duası olarak şöyle dedim:
“Allahım! Ellerimi çatlatma. Zorluk verme. İmecimizde döğüş çekiş çıkarma. İşlerimizi gönül hoşluğu ile bitirmeyi nasip et!”
Sonra “Tu bismillahirrahmanirrahim” diyerek herkesten önce kazmayı kuvvetlice toprağa vurdum. Kazmanın sapı dibinden koptu, çapanın ağzı ileri fırladı ve sap elimde kaldı!
Meğer, geçen yıldan beri ahırın bir köşesinde duran kazmanın sapı dibinden çürümüş!
Bu kadar yakarış sonunda başıma gelen bu işe gülmekten kırıldık.
Demek ki, sapı çürük kazmayla işe başlarsan ne “Bismillah” çekmenin, ne uzun uzun Allah’a yakarmanın hiçbir faydası yoktu.
Aslında bütün köylüler bu gerçeği bilir. Her işte eşeklerini sağlam kazığa bağlamaya dikkat ederler.
ERDOĞAN’I DİNLERKEN…
İktidar partisi ileri gelenlerinin (hele Cumhurbaşkanı ve özellikle eski başbakan Davutoğlu gibi) yarım saatlik bir konuşmalarında 30 kırk kez Allah’ın adını anmalarını duydukça, hep imecide başıma gelen işi düşünürüm. Şuna da dikkat etmişimndir: Camideki vaazları dışında imamlar da içinde olmak üzere dünya işlerini konuşurken hiçbir köylünün Cumhurbaşkanı ve Davutoğlu kadar Allah’ın adını kullandığına tanık olmadık. Diyelim ki bir köylü oduna gitmiş ve yolda eşeği çamura batmıştır. Bunu dümdüz anlatır. Araya on kez, yirmi kez Allah’ın adını karıştırmaz.
Günümüzde Allah’ın adını varına yoğuna anmak insanları selamete ulaştırsaydı işleri en iyi gidenler harhalde IŞİD’cilerle Pensilvanya’daki Hocafendi olurdu. Şu kadar yüz mşlyonluk İslam dünyası Hristiyan Batılıların sömürgesi ve oyuncağı olmazdı.
Politika çevreleri benim hikâyemden ders çıkarsınlar. İşlerini başarıya ulaştırmak istiyorlarsa kazmalarının sapının sağlam olup olmadığını kotrol etsinler… (5 Ekim 2016)
(Fotoğraf temsilîdir.)