Türkiye’de maddi karşılığı olmayan mesleklerin başında yazarlık gelir. Sayısı çok az ünlü bazı yazarlar ve gazeteciler dışında hemen her yazarın geçimini sağladığı Öğretmenlik, doktorluk gibi başka bir mesleği vardır. Yazarlık bir hevesin sonucudur. Kendini, düşüncelerini ifade etme, topluma bir şey anlatma güdüsünden kaynaklanır.
Yazının maddi karşılığını bulmaması, meslekler arasında haksız bir işbölümüdür. Bir birikimin ve emeğin sonucu olan yazının, makalenin, kitabın, maddi bir karşılığı da olmalıdır.
Fakat para için yazı yazılması doğru değildir. Para için yazmayı meslek edinenler, piyasanın isteklerine bağımlı hale gelirler.
23 NİSAN’IN YILDÖNÜMÜ’NDE…
23 Ekim 1994 günüydü. 9.5 yıl önce uzun bir hapislik hayatından sonra bir reklam bürosu kurmuş olan bir arkadaşım telefon etti. 23 Nisan 1995’te kutlanacak olan TBMM’nin açılışının 75. yıldönümünde Meclis önünde yapılacak ışıklı, sesli bir kutlama töreninin metin yazarlığını yapmamı önerdi. Bürosuna giderek konu hakkında bilgi aldım. Benim için böyle bir metni yazmak zor değildi. Özellikle 23 Nisan 1920 Meclisinin nasıl açıldığını ve neler yaptığını kolaylıkla anlatabilirdim. Bunun için bana ödeme de yağılacaktı.
Fakat konu bundan ibaret değildi. 75 yıllık geçmişi ve bu arada mevcut iktidarın başarılarını da övmeliydim!
İktidarda Doğru Yol Partisi vardı. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller ise başbakandı. Memleketin hali hiç de iyi değildi. Faili Mechul cinayetler alıp başını gitmişti. 1920 Meclisini anlatan bir metin, 1995 yılında geldiğimiz yeri olumlamaktan öte, buna eleştiri içerebilirdi.
Geçmişte Devrimci hareketlere katıldığı ve devrimci siyasi bir partide görev almış arkadaşımın Meclis’in açtığı ihaleye girip bu işi almasına hayret etmedim değil. Fakat o artık geçimini bunlarla sağlıyordu!
Tereddüt ettim ve “Cevabımı yarın vereyim” dedim.
Düşündüm, taşındım, istenilen metni yazmak içimden gelmedi. Eğer siyasi iktidarı okşayacak bir metin hazırlarsam kendi kendimi inkâr etmiş olurdum. Bu bana hiç yakışmazdı.
Ertesi gün verdiğim yanıtta “Ben bu işi yapamayacağım” dedim.
Bir televizyon, radyo, gazetede veya bir toplantıda her istediğimizi söyleyemeyebiliriz. Fakat yazıp söylediklerimiz düşüncelerimize aykırı olmamalıdır. Aksi halde sakala göre tarak asan, her devrin adamı haline geliriz.
1960’lı yılların üç gazetecisi devrimci kamuoyunda çok ünlüydü. Çetin Altan, İlhan Selçuk ve İlhami Soysal. Akşam Gazetesinde günlük köşe yazarı İlhami Soysal’ın aynı zamanda “Akşam” imzasıyla da birinci sayfada bir yazısı yayımlanıyordu. Bu yazılar, Soysal’ın üslubundan farklı olarak yumuşak ve uzlaşıcı yazılardı. Bunu neden yaptığını sorduğumuzda “Patron öle istiyor!” demişti. Bunlar imzasız olduğu için Soysal’ı bağlamıyordu…
AHMET HAKAN’IN İBRET VERİCİ DURUMU
2013 yılı biterken “Yılın Enleri” diye kendime göre bir liste yayımladım. “En beğendiğim” değilse de “En önce okuduğum yazar” Ahmet Hakan’dı. “Merkez medya” denilen Hürriyet gazetesinde yazıyordu. Onu okumadan duramayışımın nedeni düşüncelerini “kâh nalına kâh mıhına” anlayışıyla kaleme almasıydı. Eleştiri ve övgülerinde İktidarla muhalefet arasında denge gözetiyor, hiçbirine eyvallah demediği izlenimini bırakıyordu.
Bir de şimdiki Hürriyet yöneticisi olan Ahmet Hakan’a bakın. Ben onu şimdi de okuyorum, fakat bir insanın nasıl değişip dönüştüğünü ibretle seyretmek için. Hemen bütün yazılarında artık sureti haktan bile görünmeye çalışmayarak nasıl da iktidar tarafına yontuyor!
Bunun nedeni, çalıştığı gazetenin iktidar yanlısı bir şirket tarafından satın alınmasıdır. Bu gazetede artık eski Ahmet Hakan’ın yeri yoktu. Değilse ekmeğinden olurdu. Her iktidarın sakalına tarak asmak ve bundan geçimini sağlamak tam da budur. Bunu yapan o kadar çok insan var ki! Kimisi gazeteci, kimi televizyoncu, kimi de yıllarca iktidarlara en sert muhalefeti yapmış olan bazı partiler…
Sürekli muhalefete kılıç sallamanın bir getirisi olmalıdır. Bu iş bedavaya yapılmaz. Malum, kimin ekmeğini yiyorsan, onun kılıcını sallarsın… (9 Haziran 2020)