“6 AY” KİTABI KONUSUNDA ALEV COŞKUN’A MEKTUP
19 Ekim 2017 Perşembe 12:34
“Kurtuluş Savaşı 19 Mayıs 1919’da mı Başladı?” yazımda onun Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalandığı 30 Ekim 1918’dan hemen sonra başladığını kabul etmek gerektiğini anlatmıştım. Bu vesile ile Mustafa Kemal Paşa’nın Mütareke İstanbul’unda geçen altı aydaki çalışmaları da tartışma konusu oldu. Alev Coşkun Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki bu günleriyle ilgili bir kitap yayımladı. Kendisine kitapla ilgili görüşlerimi bir mektupla bildirmiştim. Konuyla ilgilenenler için bu mektubu yayımlıyorum. Ankara, 1 Ocak 2009
Sayın Alev Coşkun,
“Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 AY-İşgal Hüzün Hazırlık” kitabınızın 2. baskısından bana da bir adet gönderme iyiliğinde bulunduğunuz için teşekkür ederim. Kitabı ilgiyle, bazı satırların altını çize çize okudum ve yeni bitirdim.
Benim Kurtuluş Savaşı Günlüğü kitabımın birinci cildini 34 yerde kaynak gösterdiğiniz için de gönendim. Ben de bundan 14 yıl önce “Mütareke’nin İlk Altı Ayında İstanbul Basınında Mustafa Kemal” konulu bir çalışma yapmıştım. Çalışma Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında yer almıştı. Elinize geçmiş olsaydı, bu çalışmadan da yararlanacağınız bellidir. Ancak bu yayınların hemen hepsini içerdiği için bunu görmemeniz bir eksiklik sayılmaz. Eksik kalmış küçük bir nokta, Mustafa Kemal’in Alemdar gazetesine mülakat verdiği halde Ati gazetesine mülakat vermeyi reddettiği konusudur. (Kurtuluş Savaşı Günlüğü C. 1, s. 123, 7 Şubat 1919)
Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelişinden Samsun’a hareket ettiği 16 Mayıs 1919’a kadar İstanbul’da geçen hayatı kuşkusuz meraka değer. Siz Mustafa Kemal’in bu dönemde vatanı kurtarmak için kafa yorduğunu, planlar yaptığını ve çeşitli girişimlerde bulunduğunu kanıtlamak istiyorsunuz.
BU TARTIŞMANIN ANLAMI
Bu tartışma ne zaman ve ne vesileyle başlıyor? Türk Kurtuluş Savaşı, Türk ulusu için yeni ve onurlu bir başlangıçtır. Bu savaşa şu veya bu biçimde katılan siyasetçiler ve onların ardılları, kurtuluş planlarını kimin yaptığını, kimin bu işe önderlik ettiğini, ilk onurun kime ait olduğunu daha savaş sırasında ve özellikle zaferden sonra söz konusu ettiler. Atatürk’ün yanına, Kâzım Karabekir, Fethi Okyar, Celal Bayar, İsmet İnönü gibi adlara Padişah Vahdettin’i temize çıkarmak isteyenler de karıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kurtuluş Savaşı’nı kimlerin daha önce düşündüğü ve bu konuda harekete geçtiğinden çok, kimlerin bu savaşta doğru önderlik yaptığı önemlidir. Fevzi Çakmak’ın bu savaşın başarılmasında önemli bir rolü olduğunu hepimiz biliyoruz ama o, Anadolu’ya İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgalinden sonra, hem de Kuvayı Milliyeciler aleyhine bazı emirler verdikten sonra katıldı. Bu nedenle Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesine Samsun’a çıktıktan sonra başlamış olması, onun önderliğine ve Atatürk soyadını hak etmesine halel getirmemektedir.
Fakat daha savaş yıllarında bu öncülük-artçılık sorunu gündeme gelmiş ve Atatürk’ün daha İstanbul’dayken Anadolu’ya çıkış planları yaptığı, bu konudaki öncülüğün de kendisinden geldiği yolunda beyanlar, sözler ortaya atılmıştır. Örneğin Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta, savaş sırasında, özellikle savaştan sonra yollarının ayrıldığı, başka bir ifade ile tasfiye ettiği arkadaşlarının bu savaştaki rollerini küçültmüş, bir kısmının ise açıkça aleyhinde bulunmuştur. İsmet İnönü gibi, kader birliği halinde olan başbakanının rolüne ise vurgu yapmıştır. 1927’de bile zihinlerde bu konuda bazı sorular olduğu anlaşılıyor.
OLAYLAR PLANLANAMAZDI
Sayın Coşkun, Kitabınızda, Atatürk’ün İstanbul’da iken Kurtuluş Savaşı’nı planladığı konusundaki kanıtlarınızın beni ikna etmediğini açıkça belirtmek zorundayım. Yorumlarınızı bir tarafa bırakırsak sırf değinmek zorunda olduğunuz belgeler bile bunu doğrulamıyor. Aksine, benim gibi işin gerçeğini arayan ve bunu dile getirmekten çekinmeyen dikkatli okurlarınız üzerinde kitabınızın ters bir etkisi bile olabilir. Kanımca, Atatürk’ün İstanbul’da geçen bu altı ay içinde Kurtuluş Savaşı’nı planlayamazdı. Çünkü: Mütareke’nin başlangıcı olan bu sürede böyle bir şey yapılamazdı. Çünkü Osmanlı devleti yere serilmişti ve herkes şimdi ne olacağının beklentisi içindeydi. Mondros Mütarekesi çok ağır hükümler taşıdığı halde Rauf Bey ve onunla emsal arkadaşları ve diğer yurtseverler buna ses çıkarmadılar. Atatürk’ün, Nutkun başında sıraladığı olumsuz şartlar altında yeni bir silahlı kalkışma yapmaya kalksa, halk kitlelerinden de destek alamazdı. Gözler Paris’te toplanacak barış konferansına çevrilmişti ve onun Osmanlı devleti hakkında vereceği kararlar bekleniyordu. Bununla birlikte Osmanlı topraklarının parçalanma tehlikesine karşı çeşitli yurt toprakları için kurulan Müdafaai Hukuk Dernekleri, Osmanlı mülkünün parçalanmaması tezlerini desteklemek için çalışmaya geçtiler.
İnsanlık ancak önündeki sorunları çözmeye çalışabilir. Nitekim 1918 Kasım, Aralık veya 1919 yılının Ocak, Şubat aylarında yeni bir askeri direnişe geçmek gibi düşünceler bazı insanların zihinlerinden geçse bile kabul görmezdi. Ne var ki, Barış konferansının niyetleri belli olmaya başlayınca, hele 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’e çıkınca, o zaman millet ayağa kalktı.
Ben öyle anlıyorum ki İtilaf Devletlerinin bu büyük hatası Kurtuluş Savaşı’nın ateşini yakmıştır. Mustafa Kemal Paşa, işte bu büyük ayaklanmanın başına geçmiştir.
Sizin andığınız belgeler, Mustafa Kemal’in İstanbul’da yeni dönemin hâkimi İngilizlerin tepkisini çekmeden hükümette görev almaya çalıştığını gösteriyor. Onun zaten karşı çıktığı Alman ve İttihat Terakki politikaları tasfiye olduktan sonra ortalıkta tek söz sahibi İngilizler görünmektedir. O şartlarda hükümette görev almak, bu yolla vatanın kurtuluşunu sağlamak değil, İstanbul’daki mevcut kadrolar içinde iktidara gelmek çabası olarak görünüyor. Sizin de işaret ettiğiniz gibi Mustafa Kemal’in istediği İzzet Paşa Başbakan, Mustafa Kemal de Harbiye Nazırı olsaydı, ne olabilirdi? Hemen hemen hiç! Nitekim İzzet Paşa ile aralarında büyük bir fark da görünmeyen Tevfik Paşa başbakan olmuş, İzzet Paşa da hükümetlerde yer almıştır. Ali Rıza Paşa ve Salih Paşaların da 1920’de hükümet kurduklarını fakat en ufak bir İngiliz baskısı karşısında istifa etmek zorunda kaldıklarını biliyoruz.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya İzmit yaylasından gizlice kaçarak geçme planları yaptığının kesinlikle uydurma olduğu kanısındayım. Çünkü, Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçmek isteseydi, kitabınızda da belirtildiği gibi ona önerilen ordu komutanlığını kabul ederdi. Öte yandan herhangi bir kişinin Anadolu’ya veya Trakya’ya geçmesi, 16 Mart 1920’den önce zor da değildi.
Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi kumandanların Anadolu’ya geçişleri de “vatanı kurtarmak” için değil, atandıkları kolorduları idare etmek içindir. Bu atamalar, Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Birlikleri Müfettişliğine atanmasından farksızdır. Bu komutanların birbirleriyle anlaşarak veya her birinin bağımsız olarak vatanı kurtarmak gibi bir planları ve faaliyetleri olsaydı, İngilizlerin bunu hissetmemeleri, haber almamaları mümkün olur muydu? Aksine Mustafa Kemal’in İngilizlerin güvenine layık oldukları, Hürriyet ve İtilafçılara da açıkça güven verdiği için atandığı anlaşılıyor.
Vatanı kurtarmak için Anadolu’ya geçme planlarını ancak çok gizli bir örgüt yapabilirdi ve ortada böyle bir örgütün olmadığı da görülüyor. Üstelik Mustafa Kemal için Müfettişlik görevi İngilizlerin önerisiyle ve vizesiyle, Padişah Vahdettin, Damat Ferit, İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey gibi İngilizcilerin vizesiyle yapılıyor. Bütün bu süreç içinde Mustafa Kemal’in uzun süre rengini belli etmediği, muhataplarını atlattığı, onları kandırdığı gibi bir yargıya varmak zordur. Böyle bir zorlamaya hiç gerek olmadığı kanısındayım.
Öte yandan Padişahçıların da atama kararında imzası ve rızası olduğu için Mustafa Kemal’i Vahdettin’in vatanı kurtarsın diye Anadolu’ya gönderdiği yolundaki yorumları da karşı cepheden bir zorlamadır. İşin doğrusu ne Padişah’ın kafasında, ne de Mustafa Kemal’de Anadolu’da isyan bayrağını açarak, milleti bu bayrağın altında toplayarak vatanı kurtarmak gibi bir planın olduğudur. Bu kadar basit bir tarihsel gerçeğin kabul edilmemesi, her iki taraftan da zorlamalara neden olmaktadır. Konu, İngilizlerin Anadolu içlerini işgal etmemeleri ve Türkiye hakkında daha ağır kararlar almamaları için Anadolu’da sükûneti sağlamak, ateşkes şartlarının uygulanmasıdır. İstanbul’da altı aydır önemli bir görev bekleyen Mustafa Kemal, hükümette görev almak gibi planları gerçekleşmeyince bu görevi kabul etmiş fakat Samsun’a çıktıktan sonra önü açılmış, durum aydınlığa kavuşmuştur. Yurdun her yanında İzmir’in işgaliyle başlayan ayaklanma Mustafa Kemal Paşa’nın yol haritasını çizmiştir. Bu haritada o tarihte bile silahlı bir ayaklanmayla, savaşla zafere ulaşmaktan çok, Anadolu’dan yapılacak bir zorlama ile hükümeti değiştirmek, parlamentonun yeniden açılması, Barış Konferansına yurtsever delegeler gönderilmesi vardır. Neden? Çünkü başka türlüsü o günkü koşullarda mümkün değildir. Topyekûn bir silahlı savaş, İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgaliyle gündeme gelmiştir.
Osmanlı subayları 1918’de, çeşitli cephelerde 6 yıl savaşmış, ateş çemberi içinden geçmiş insanlardı. Zaman zaman bir araya gelmeleri, durumu ve geleceğin ne olabileceği konusunda görüş alışverişinde bulunmaları çok doğaldır. Bu bir araya gelmeleri vatanın kurtuluşu için bir plan yaptıklarına, hele Anadolu’da bir kurtuluş savaşını nasıl başlatacakları görüşmelerine yormak zorlama bir çabadır. Ortada böyle bir örgüt görülmüyor. İttihat ve Terakki ve Teşkilatı Mahsusa da dağılmıştır.
Tarih çapraşık olaylarla doludur. 1919’da İngilizler, Padişah ve Damat Ferit’in ateşkes hükümlerini yerine getirmek için 9. Ordu Birlikleri Müfettişliğine atadıkları Mustafa Kemal Paşa’nın, onlara isyan ederek Anadolu’da bağımsızlık hareketinin başına geçmesi böyle çapraşık bir harekettir. Bunu kabul etmek yerine Mustafa Kemal’in zaten başından beri böyle bir hareketi planladığını kanıtlamaya uğraşmanın doğru ve ikna edici de olmadığını düşünüyorum. Hatta diyebilirim ki Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki’den, Almanlardan uzak, İngilizlere yakın duruşu kendisine Anadolu’ya geçme fırsatı verdiği için yararlı da olmuştur.
ATATÜRK 19 MAYISTAN BAŞLATIYOR, ÇÜNKÜ…
Mustafa Kemal Paşa, daha önce de İstanbul’daki günlerine ilişkin bazı şeyler söylemiş ise de 1927’deki Nutkuna 19 Mayıs 1919’dan başlaması ilginçtir. O, Meclis’in ilk açılışında da uzun bir söylevle Kurtuluş Savaşı’ndaki o zamana kadar olan gelişmeleri özetlemişti. Orada da İstanbul’daki faaliyetlerinden söz etmemişti. Kendisinin de sonradan ifade ettiği Mustafa Kemal’in gerçek doğum tarihi 19 Mayıs’tır. Bir olay hakkında sonradan kaleme alınan yazılar, hele belge yoksa genellikle kuşku vericidir. Kılıç Ali’nin, Cevat Abbas’ın, Falih Rıfkı’nın yazdıklarını ve yorumlarını bu gözle okumak gerekir.
Kitabınızın başında bunun bir tarih kitabı olmadığını belirtmiş olmakla birlikte, onu bir tarih kitabı olarak kabul etmek gerekir. Genellikle belgelere dayanarak yazmışsınız. Yalnız bunlar içinde bazılarının kaynaklarını göstermemişsiniz. Kullandığınız bazı ifadeler de tarih kitabı özelliğini zedeliyor. “Akılsız, ahlaksız, ahlak dışı, vicdansız” gibi sözcükler bunlardandır.
İstanbul basınından yapılan alıntılarda önce gazetenin adını ve tarihini, ardından ikinci bir kaynak olarak kurtuluş Savaşı Günlüğü’nün adını zikretmişsiniz. Bu tip dipnot gösterme yönteminde bunun “…… dan nakleden……..” biçiminde gösterilmesi gerekir.
Kitabı gönderdiğiniz için kaleme aldığım bu teşekkür yazısına onu dikkatlice okuduğumu da belirten bu düşüncelerimi eklediğim için beni mazur görünüz.
Yeni yılda size sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.Saygılarımla.