ALİ ER MEYDANINDA…
06 Ocak 2022 Perşembe 19:15
Nüfus kâğıdında yazılana uygun olarak Ali’ni adı her ne kadar Zeki olmuşsa da biz hikâyemize Ali olarak devam edelim:
Ali’nin 8-10 yaşlarında olduğu yıllarda, köy düğünlerinde güreş yapılırdı.
Pehlivanlar, deste deste ayrılırlar ve birbirleriyle yaş, boy, kilo gibi yakınlıkları olanlar birbirleriyle eşleştirilirdi.
Yenen pehlivanın ödülü, güreş meydanına bir gün önceden asılmış metrelerce uzun renkli bir renkli dokumadan bir parça olurdu.
Güreşe küçüklerden başlanırdı.
Köyümüzün Aşağıköy Mahallesinde bir düğüne gitmiştik. Güreştirecekleri çocukların içinde ben de vardım.
Bana eş olarak da komşumuz Abdullah’ı verdiler. Doğrusu bunda bir adaletsizlik vardı. Abdullah benden bir veya iki yaş küçük, bedeni de biraz çelimsizdi. Fazla uğraşmadan onun göbeğini güne getirdim!
Yenilen herkes gibi Abdullah bunun gerekçesini bulmakta gecikmedi.
“Ayağım kaymasaydı beni zor yenerdin!” dedi.
Güreşi yönetenler, gene de bu iki çocuğu memnun göndermiş isteyecekler olmalı ki, bana verilmesi gereken dokumayı ikiye böldüler ve yarısını Abdullah’a verdiler.
Düğünden sonra eve elimde bir metrelik basma ile döndüm ve bunu evdekilere gururla gösterdim.
Bu benim ilk ve son güreşimdi. Devam etseydim, kim bilir belki de Ordulu Mustafa, Ordulu Davut gibi Karadeniz’den yetişmiş namlı pehlivanlardan biri olurdum! Gittiğim yerlerde “Ordulu Ali Pehlivan gelmiş” diye yere bastırmazlardı… Onlar da bu işe böyle çocukluktan başlıyorlardı.
Uzun bir askı da kazanan başpehlivana verilirdi. Askının hangi köye gideceği merak konusu olurdu. Kazanan pehlivanın köylüleri, bezin dalgalandığı sırığı omuzlar, köye şenliklerle dönerlerdi.
Yıllar var ki yazın yapılan köy düğünlerinden hiçbirinde askı görmedim. Hazır giyim ürünlerinin ucuzlamasından olacak. İnternette böyle bir askıyı gösteren temsili bir resim bile bulamadım!
Şimdiki köy düğünlerinde çalgı takımı eksik olmuyor, gelenlere yemek veriyorlar, ortaya sağdıçla birlikte bir dastarın üstüne diz çökmüş, evlenmek ayıpmış gibi suskun ve yere bakan damada herkes hediyesini veriyor, sonra herkes arabasına binip gidiyor! Ama benim hayalimde er meydanında rakibimi yenerek kazandığım el kadar dokuma yaşıyor.
PROFESÖR ABDULLAH
Abdullah’a gelince: Ömrü uzun olsun. İlkokuldan sonra Öğretmen Okulu’nu kazandı. Oradan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gitti. Profesör oldu. Daha küçükten zihni o derece açıktı ki, köyde bozulan radyo gibi aletlerden Abdullah sorumluydu. Bunları dağıtır, yeniden bir araya getirir ve bozukluğu giderirdi.
Ben öğreten okulunda iken, yatılı okul sınavına girecek komşularımızın çocuklarına ders çalıştırırdım. Akşamları bir komşunun çocuklarına ders verirken Abdullah’ın anası bize geldi: “Bizim Abdulla’ya da bir şeyler göstersen” diye rica etti. Memnuniyetle kabul ettim ve akşam öteki çocukların evine gelmesini söyledim. Nasıl sevindi!
ZENGİNLER CEHENNEME FAKİRLER CENNETE GİDECEK
Akşam derse başlarken Abdullah da kapıyı çaldı. Fakat komşu onu içeri almadı! Abdullah üzgün geri döndü. Ruhumda fırtınalar koptu!
Sonunda ne mi oldu dersiniz? Yatılı okul sınavını o çocuklar kazanamadı. Abdullah kazandı. “Öteki dünyada zenginler cehenneme, fakirler cennete gidecek” gibi halk dini felsefesinde duyduğum en esaslı sözü ondan duydum. (6 Ocak 2022)
zekisarihan.com