Gündem Gazetesi

AVUKATLAR VE ÖĞRETMENLER

07 Temmuz 2020 Salı 16:38

Hükümetin Meclisten geçirdiği Baroları parçalama yasasının nedeni, iktidar çevrelerinin de kabul ettiği gibi, Baro yönetimlerinin mevcut siyasi düzene boyun eğmemesidir. Siyasi davalar nedeniyle ömrü mahkeme kapılarında geçen avukatların iktidara muhalefet etmesinden daha doğal ne olabilir? Hükümetin tasarısı yasalaşırsa, üye sayıları kabarık olan, bu nedenle Baro’da temsil hakkını ele etmekte olan üç baroda her siyasi parti kendi barosunu kuracak, böylece birçok baro ortaya çıkacak, hükümet de iktidar yanlısı baroları tanıyarak, öbürlerine söz hakkı vermeyecek.

Avukatların içinde hükümeti destekleyen avukatlar şimdilik bütün avukatları temsil hakkını elde edemiyorlar. Fakat zaman geçtikçe. AKP’li Baronun çoğunluğu ele geçirmesi de ihtimal dâhilindedir. AKP işte bu ihtimale oynuyor.

ÖĞRETMENLERİN YAŞADIĞI OLUMSUZ DURUM

1980’den sonra memurların dernek kurmaları yasaklandı. Bu yasak 1982 Anayasasına “dernek kuramazlar” diye işlendi.

Çalışma hukukuyla uğraşan bazı akademisyenler (Prof. Mesut Gülmez’in kulakları çınlasın), anayasadaki yasağın dernek kurma hakkında olduğunu, sendika kurma hakkı olmadığını keşfettiler. 12 Eylül rejimi, memurların dernek kurmaları bile yasakken sendika kurmaya girişeceklerini düşünmemiş olmalıydı…

Örgütlenme konusunda memurlar arasında eskiden beri öncülük yapan öğretmenler, hükümetin buna kolay kolay izin vermeyeceğini de bilerek ve bir deneme olarak 1980 sonrası ilk memur sendikası olan Eğitim-İş’i 1990’da kurdular. Beklendiği gibi hükümet, bunun mevzuatta yeri olmadığı gerekçesiyle kuruluş başvurusunu kabul etmediği gibi, sendika kurucularını Ankara’dan çeşitli illere sürmeye bile kalktı.

1990’dan sonra Türkiye Avrupa Birliği’ne giriş sürecini hızlandırmak istiyordu. Memurların sendikal haklarını tanıması için Avrupa ve Bütün Batı sendikalarının baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı. Epey bir didişmeden sonra öğretmenlerin sendika kurma hakkı yasallaştı.

HEP BİR ARADA OLAMAZ MIYDIK?

1980’de TÖB-DER’in kapatılmasından sonra öğretmenler tamamıyla örgütsüz kalmıştı. Öğretmen Dünyası dergisi olarak bu eksikliği zaman zaman dile getirdik. “Örgütümüz Hani?” “Örgütsüzlük Acısı” gibi başlıklar altında konuyu gündemde tutmaya çalıştık. TÖB-DER’in içindeki parçalanma ve öteki öğretmen dernekleriyle yaşanan deneyimleri hesaba katarak “Hep Bir Arada Olamaz mıyız” diye sorduk. Örgütlenme imkânı doğduğu zaman tek bir öğretmen kuruluşunda birlik olmamızı telkin ettik. Hatta bu örgüt, Meslek birliklerini de örnek alabilirdi.

Parçalanmayı önlemek için hem öğretmen çevrelerine hem Millî Eğitim Bakanlığına şu yöntemi de önerdik: Ülkenin her yerinde bütün öğretmenlerin katıldığı seçimlerde temsilciler belirlensin ve bunlar arkaya gelerek nasıl bir örgüt kuracaklarına karar versinler ve bunun yönetim kurulunu seçsinler.   

Meslektaşlarımız bu öneri üzerinde durmadılar. Bakanlık da buna kulak asmadı. Öğretmenlerin siyasi önderleri ise, bakanlığın bu örgütlenmede aracı olurken tarafsız davranmayıp kendi yandaşlarını kayıracağı kaygısını taşımış olmalılar. Fakat Eğitim-İşi kuran arkadaşlar, muhtemel bir bölünmenin önüne geçmek için “öğretmen kimliği olan herkesi” bu sendikaya üye olmasını kabul ve teşvik etti. Biz de dergi olarak bütün gücümüzle bunu destekledik.

Fakat Eğitim-İş kurucularının geçmiş siyasi eğilimlerinden ötürü başka bir grup öğretmen altı ay sonra Eğit-Sen’i kurdu ve o zaman “Çatal kazık yere batmaz” diye yazdık. Ardından milliyetçi, muhafazakâr öğretmenler de kendi sendikalarını kurmakta gecikmediler.

Öğretmenler tek bir sendikada toplanmış olsaydı, çoğunluk devrimci-demokrat öğretmenlerden oluşacaktı. 1965’te TÖS’ün kuruluşundan beri bu çoğunluk hep devrimci demokrat öğretmenlerde olmuş, öteki öğretmen derneği veya sendikasındakiler azınlık görüşleri temsil etmiştir. 1990’larda yaptığımız araştırmalar öğretmenlerin çoğunluğunun hâlâ sol ve sosyal demokrat olduğunu gösteriyordu.

Uzun uğraşmalardan sonra Eğitim-İş ve Eğit-Sen  “Eğitim-Sen”de birleştirildiler. Fakat diğer siyasetler de sendikalarını büyütmeye çalışıyorlardı ve öğretmenlerin tümünü bu koşullarda bir araya getirmek mümkün görünmüyordu.

Geldiğimiz noktada devrimci-demokrat öğretmenler, öğretmen sendikaları içinde çoğunluğu kaybetti. Özellikle iktidar yanlısı Eğitim-Bir Sen, uzun süre küçük bir sendika olarak kalmışken, AKP iktidarından sonra hızla büyüdü ve öğretmenleri temsil eder hale geldi. Göreve yeni başlayan her öğretmenin önüne Eğitim-Bir Sen’in üye formu konuluyor, bu sendikaya üye olursa işlerinin idare yanında kolaylaşacağı söyleniyor. Sistemin yalnız bıraktığı öğretmen, çaresiz bu sendikaya üye olmak zorunda kalıyor.

Barolar bölündüğü takdirde, iktidar yanlısı baronun Eğitim-Bir-Sen gibi büyütüleceği anlaşılıyor. İktidar, öğretmen sendikacılığından böyle bir deneyim edinmiştir. Avukatlar bunun farkındadır.

Farkında olmayan öğretmenlerdi. Örgütlenme özgürlüğünü savunurken bunun birliği zorunlu kılan bir örgüt olması gerektiğini kabul etmediler. Fakat insaflı olmak için belirtmek gerekir ki bu parçalanma talebi, şimdi Baroları parçalama isteği gibi her zaman siyasi cenahtan gelmiştir. Fetullahçı öğretmenler bile son zamanlarda ayrı sendikalarını kurmuşlardı.

Avukatlar, mimarlar, mühendisler, doktorlar ve eczacılardan öğretmenlerin ne farkı vardır? Onların meslek birlikleri olduğu halde öğretmenlerin neden yoktur?

Ülkede tek bir Barolar birliği ve buna bağlı olarak illerde birer baro kurulması sistemi geçmişte avukatlardan mı, devletten mi gelmişti bilmiyorum ama bugünkü iktidar bu birlikten fena halde rahatsız olduğunu gösterdi. Öğretmenler tek bir sendikada ve birlikte toplanmış olsaydı ve bu sendika veya birlik barolar gibi muhalefet cephesinde yer alsaydı, bugünkü iktidarın onu da parçalayacağı anlaşılıyor. (7 Temmuz 2020)

zekisarihan.com