BİR ZAMANLAR SAVAŞA KARŞIYDIK…
31 Ocak 2018 Çarşamba 12:05
Hükümetimiz çoğu zaman savaşçı olsa da biz Türkiye halkı ve aydınları savaşa karşıydık. 27 yıl önce 1991 yılı başlarıydı. Uzun süre İran’la anlamsız bir savaşa girip Irak’ın maddi ve insan gücü kaynaklarını iyice örseleyen Saddam Hüseyin, bir gece ansızın güney komşusu Kuveyt’e saldırarak onu kendi topraklarına kattığını ilan etti. Bunun üzerine ABD Irak’a savaş ilan etti. Uluslar arası kurumları da bu savaşa razı etti. Türkiye’yi yönetenler bu savaşa katılmaya çok teşneydiler. Fakat yurt dışına asker gönderme kararını Meclis’ten çıkaramadılarsa da Amerikan uçakları İncirlik Üssünden kalkıyor ve Irak’ı yerle bir esiyordu. Savaşın Türkiye’ye de bulaşacağı endişesi bütün halkı tedirgin etti.
Öğretmen cephesinden bu olaya nasıl baktık? Biz nasıl bir tutum aldık? Zayıf bellekler için o zaman Yazıişleri müdürü olduğum Öğretmen Dünyası’nın Şubat ve Mart 1991 sayıklarına bakmak yeter. O günkü düşüncelerimizle bugünkü arasında dağlar kadar fark olduğunu, barış isteyen bir toplumdan savaşa alkış tutan bir millet haline geldiğimizi anlatır.
Gerçi televizyonlar o zaman da savaş tamtamları çalıyordu. Hükümet de bu savaşın teşvikçilerindendi Onlar hâkim sınıfları temsil ettiklerinden her zaman böyle olmuştur. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi 1950’de Kore’ye asker gönderildiğinden beri çoktan çöpe atılmıştı ama halkta ve aydınlarda büyük bir savaş karşıtlığı vardı. Yapılan bir araştırma halkın yüzde 82’sinin savaşa karşı olduğunu göstermişti.
Öğretmen Dünyası’nın Şubat 1991 tarihli sayısının kapağı “Emperyalist Savaşa Hayır” sloganıyla çıktı. Mehmet Tevlim’in kapak çiziminde bir sınıfın penceresinden havada füzeler görülürken öğretmen öğrencilerine şöyle diyor: “Çocuklar, şimdi Yurtta Barış Dünyada Barış Sözü ile ilgili bir kompozisyon…”
“Öğretmen Dünyası” imzalı, başyazıda kapaktaki slogan başlığa konularak derginin bu savaş hakkında görüşleri anlatıldı. Bu ülkenin öğretmenlerinin sendika ve derneklerinin bağımsızlığı nasıl canla başla savunduğu, televizyonlarımızın şimdi halkın beynini yıkamaya çalıştığı, devlet ricalinin savaşa katılma gerekçesi aradığı ve “bu işten kârlı çıkacağız, elimize para geçecek” gerekçesini ileri sürdüğü anlatıldıktan sonra bugünü andıran şöyle bir saptama yapılıyor.
“Ülkemizde özgürlük âşığı, demokrasi âşığı ne kadar da “adam” varmış. Televizyona çıkarılan kerli ferli bir yığın siyasetçi, emekli general, gazeteci, Saddam’a attı tuttu. Diktatör Saddam bir an önce ezilmeliymiş. Aman savaş çabuk bitmeliymiş, yoksa işler kötüye gidermiş.
Dünya halklarının ve özellikle Arap halkları ve ezilen güneyin karşısında Türkiye’nin büyük prestij kaybına uğradığı bir gerçektir.
Biz Türkiye öğretmenleri, böyle bir durumdan sorumlu olmadığımızı, bu politikalara ortak olmadığımızı ilan ediyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımızla birlikte barışçı, adil, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya özlediğimizi, öğrencilerimizi böyle bir dünyayı gerçekleştirmeleri için eğitmek istediğimizi belirtiyoruz. (…) Körfez ve Arap halkları kendi geleceklerini kendileri tayin etmelidirler. Savaş için tek kuruş yok. Eğitime daha çok yatırım.”
EĞİTİMCİLER SAVAŞA KARŞI
Öğretmen Dünyası aynı sayıda eğitimcilere bu savaş karşısındaki tutumlarını sordu ve bunların verdiği yanıtları yayımladı. Şimdi bir kısmı hayatta olmayan eğitimci aydınlar şunlardı: Eğitim-İş Genel Başkanı Niyazi Altunya, Eğit-Der Genel Başkanı Mustafa Gazalcı, Sami N. Özerdim, TÖB-DER Eski Genel Başkanı Ali Bozkurt, Eğit-Der Eski Genel Başkanı Feyzullah Ertuğrul, Emin Özdemir, Köy Enstitüsü müdürlerinden M. Rauf İnan, TÖB-DER Eski Genel Başkanı Cemil Çakır, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Programcı Mehmet Koç, Öğretmen Dünyası eski yazı işleri müdürlerinden Kifayet Özaydın, Şair Cahit Külebi, Hüseyin Hüsnü Tekışık, Öğretmen şair Özgen Seçkin, Yol İş Sendikası Danışmanı Seyhan Erdoğdu, Prof Dr. Mesut Gülmez. Bunların tümü değişik cümlelerle savaşa karşı çıkıyorlardı.
Bir süreden beri güney sınırlarımızın ötesinde, Suriye’de bir savaş var. Bu kez savaşın tarafları çeşitlenmiş bulunuyor. Her birinin hesabı, Suriye topraklarından ne koparabilirim, ne kadarında üs kurabilirim, Suriye’de nasıl bir rejim kurulsun? Yürütülen mantık Irak savaşındakiyle aynı. Irak savaşının ise bütün bölge haklarına ne kötü bir yıkım ve miras bıraktığı ortada. Suriye’deki savaştan da daha iyisi beklenemez.
Emperyalizm, istilacılık, başka milletleri emir ve tahakküm altına alma, onların kaynaklarına el koyma, rejim ve inanç ihraç etme anlayışı bir yerde yeniliyor, yeni şartlarda başka bir yerde ortaya çıkıyor.
Fakat… Bizim aydınlara ne oldu? Basına, sosyal paylaşımlara baktıkça bunların çoğunun ya sessizliğe büründüğünü, ya kararlı veya utangaç bir biçimde savaşı desteklediğini görüyoruz. Bu kez hem İslamcı, hem ırkçı bir Kızılelma hayaline sesler neden bu kadar cılız çıkıyor? Gericilik bizi nasıl esir aldı?