Dün gece şehri şöyle bir dolaştım.
Yine yalnızdım tek başıma, sensiz ve kimsesizdim.
Sahilin bir kenarına oturup, denizin alıp başını gidişini tekrar dalgalarla gelişini izledim.
Dakikalarca, saatlerce...
Bir el, bir el tutmadı gelip elimizi, sevdiklerimiz bizden önce gittiler.
Yani yarı yolda bırakılmıştık.
Terkedilmiş, yalnızlığa mahkum edilmiştik.
Ya da bilerek bir türlü bekleyen el gelip uzatılmıyordu.
Gözlerim dolmuştu. Saat oniki'yi çoktan geçmişti.
Eve gitmeliyim.
Bomboş eve....
Kumların üzerinden kalkıp, küçüçük bir taş aldım ve dalgaların üzerine fırlattım. Taş bir müddet sonra denizin o derin dalgalarını arasında kaybolup gitti.
Gözlerimi sildim.
Zaten son günlerde ise, sağ gözüm ağrıyordu.
İçim içim acıyordu...
Daha fazla acıya katlanacak halim de yoktu.
Yolumun üzerinde üç-beş kişi bir araya gelmiş, şişeler açılmış, o bildiğimiz sohbete başlamışlar.
Yanlarından geçerken, içlerinden birisisin davetiyle irkildim.
Öyle dalmıştım ki...
Sesle kendime geldim...
Oturdu yere, içi dolu bardağı uzatırlar.
Elime alıp, hani içmeyecektin diye söylendim. Artık söylenişlerin faydası olmayacaktı.
Bir kaldırışta bardağın dibi göründü.
Acaba hayat bumuydu ki.
Herkes hayatını, çektiklerini, yaşadıklarını birbir ardına anlatıyor...
Kimselerin aklına bile gelmediğimi düşünmeye başlamıştım.
Önlerinde oturmama rağmen yine fark edilemiyorum.
İşte bunlarda onlar gibi diye düşünürken, içlerinden birisi seslendi.
Delikanlı...
Buyur...
Sen hep susacak mısın?...
....!
Susmak belki de erdemlikti.
Anlatacak, paylaşacak ve dertleşecek ortamda olmadığımı düşündüm.
Onlar anlayamazdılar...
Susmayı sürdürdüm...
Yaşlı amca ısrarını sürdürdü...
Birden ayağa kalktım...
Sağ elini kaldırıp veda işareti yaparak oradan uzaklaştım.
Konuşmuyor, beyninden hep düşünüyordum.
Düşünüyor, düşünüyor, bir çıkar yol bulamıyordu.
Birden yolunu değiştirip, hızla yürümeye başladı.
Sanki arkasından birileri onu kovalıyordu.
Ama, kimseler de onu kovalamıyordu.
Sanki bir yere geç kalmışcasına hızlı yürümesini sürdürüyordu.
Birden durdu içini çekti...
Kocaman bir evin önündeydi...
İçeriye baktı...
Sabah güneşi doğuyor, ortalık aydınlanmaya başlamıştı.
Oradan ayrılıp, eve gelip uyudu.
Günün yarısı geçerken uyandı.
Konuşmuyor, susmasını sürdürüyordu.
Tam üç aydır, ağızdan dili döküp bir kelime çıkmamıştı.
Onu bu hale sokan olayı hatırladı...
Yine dondu, öylece kalakaldı...
Gözyaşları artık akmıyor, kalbimin derinliklerinden süzüp gidiyordu.
Dışarı çıktı...
Dün sabaha karşı gittiği evin önüne geldi...
Oradan ayrılıp, deniz kenarındaki yerine oturdu.
Üç gündür hiç birşey yememişti.
Başı dönüyor, gözlerini açmakta zorlanmaya başlamıştı.
Onu hayata bağlayacak hiçbir sebep kalmamıştı.
Yıllarını çalıp, gidip ellerin olan birisi tarafından bitirilmiş bir kenara itilmiş ve atılmıştı.
(Temel Irmak - Öykülerim 03.07.2003) |