Gündem Gazetesi

CAMİ, KIŞLA, OKUL

26 Ağustos 2016 Cuma 11:37

Eskiden beri meşhur sözdür: Camiye, kışlaya, okula politika girmemeli.

Fakat hiç kimse de buralara politika sokma çabasından geri durmaz.

Halifelik kavgasında Hazreti Ali'nin vekili ile Muaviye'nin vekili bir araya gelmiş. Hem Ali'yi, hem de Muaviye'yi halifelikten alacaklar. Ali'nin vekili “Bu yüzüğü parmağımdan nasıl çıkarıyorsam Ali'yi de halifelikten öyle alıyorum” deyince Muaviye'nin vekili bunu fırsat bilip “Bu yüzüğü parmağıma nasıl geçiriyorsam Muaviye'yi öyle halife ilan ediyorum!” demişti ya. Böylece halifelik her ikisinden de olmayacaktı.

Camiye, kışlaya, okula politika girmemesi gerektiği son zananlarda daha çok dillendirilir oldu. Buna Fetullahçı örgütlenmelerden ötürü yargı da eklendi. Sanki bu kurumlar ideolojilerin dışında gri bir alanın içide kalabilirmiş gibi.

Oysa bu kurumları politikannın dışında tutma imkânı yoktur. Bunların hepsi, belirli bir politikanın emrinde kurumlardır. Bizzat bu kurumların kendileri politika üretmekten geri kalmazlar.

Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sınıf damgası taşımayan ne bir felsefe, ne bir ideoloji ne bir kurum, hatta ne bir sanat eseri vardır.

CAMİ

 

Caminin hangi politikanın emrinde olduğu belki en çok tartışılacak konudur. 1400 yıllık bir dinin ibadethanesi hangi ideolojinin, hangi sınıfın, hangi siyasetin emrindedir? Feodalizmin mi, kapitalizmin mi, yoksa ilkel anlamda da olsa sosyalizmin mi? Yani cami, kimlerin çıkarlarını savunur? Toprak ağalarının mı, burjuvaların mı, yoksa esasını işçi ve köylülerin oluşturduğu halkın mı?

Bu soruya yanıt verebilmek için, İslam ülkeleri padişahlarının herhangi bir yeri zaptedince kendi adlarına hutbe okuttuklarını hatırlamak gerekir. Yani fethedilen o topraklarda artık fetheden padişahın buyrukları, yani çıkarları geçerli olacaktır. Osmanlı tarihinde Halife, aynı zamanda merkezi feodalitenin temsilcisi olan padişahtı. Hiçbir şeyhülislamın da herhangi bir konuda padişahın istediği bir fetvayı vermekten kaçınamadığı biliniyor. Burjuva devrimlerinden sonra kapitalistlerin dini kendi çıkarları yönünde yeniden biçimlendirdikleri, ona yeni anlamlar yükledikleri, çıkarlarına ters düşen din hükümlerini de yürürlükten kaldırdıkları bilinen bir gerçektir.

Erkesin tanrı anlayışı ve dinden beklentileri farklı olmakla birlikte, günümüz Türkiyesinde cami, imamları va vaizleri yoluyla AKP iktidarının fideliği durumundadır. Devletin başında olan kişi İmam Hatip okulu mezunudur ve imam hatip okulları iktidarın gözde okullarıdır. Diyanet Teşkilatı, iktidarın emrindeki dairelerden biridir ve verdiği fetvalarla, iktidar politikalarına ters düşmemek için azami çabayı gösteriyor.

Cami Türkiye'de ilk kez Necmettin Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde iktidara gelmiş, burjuvazinin karşı hamlesiyle kenara itilmiş, AKP iktidarıyla yeniden merkeze oturmuştur.  

Çok eski bir kurum olmasına ve köleci, feodal ve kapitalist toplumdan izler taşımasına rağmen din kurumu bu çerçevelerin dışına çıkmamaya mahkûm mudur? Onda, işçiler ve köylüler için ekmek yok mudur? Devrimciler muhalefetteyken ve iktidara geldiklerinde bu kurumu tamamen bir yana mı atacak, yoksa onda bağımsızlık, demokrasi ve emek için var olan ögeleri öne çıkarmayı başarabilecekler midir? Türk demokasisinin ve devriminin en önemli ideolojik sorunlarından biri budur.

KIŞLA

Politikanın girmemesi istenen kışlaya gelince: Böyle bir istekte bulunmak, olmayacak duaya amin demektir. Kışla, devleti ayakta tutan en önemli kurumdur. Kölecilik döneminden beri, hiç bir sınıf kendi ideolojisini savunmayan bir ordu olmaksızın iktidara gelemez ve iktidarda kalamazdı. Bu nedenle, bütün iktidarlar, kendi sınıf çıkarlarını savunacak silahlı bir güce dayanmak zorundadır. Yalnız içerdeki hükümetler değil, sömürgeciler ve emperyalistler de, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde orduya büyük yatırım yaparlar. Onu eğitir, donatır ve ona kendi çıkarlarının muhafızlığını yaptırırlar. Biz bu gerçeği, Amerikan emperyalizmine karşı mücadele eden bağımsızlıkçılar olarak 12 Mart ve 12 Eylül'de etimizde, kemiğimizde hissederek yaşadık. Bizim bir ideolojimiz vardı ve karşımızdaki kuvvetin de tam tersi bir ideolojisi bulunuyordu.

OKUL

Okulun bir ideolojisi veya politikası olmaması gerektiği ise hiç bir inandırıcılığı olmayan safsatadır. Özellikle okul, tarih boyunca insanları ideolojik olarak biçimlendirmek için var olmuştur.

Bunun şimdi bize çok gülünç gelen bir kanıtı Osmanlı okullarında öğrencilere çeşitli vesilelerle “Padişahım çok yaşa!” diye bağırtılmasıdır. Artık padişahlık tarihe karışmışsa da onun yerine başka makamlar ihdas edilmiştir ve bunlar da ideolojisiz ve politikasız değildir. Eğitim yoluyla onların çıkarlarını savunan bir dünya görüşü çocuklara ve gençlere çok değişik yollarla ve sürekli şırınga edilmektedir.

Fetullah Gülen, cami kurumunun AKP'nin eli altına olduğunu düşünerek devletin damarlarına açtığı özel okul ve yurtlarla girmeyi denemiş, yetiştirdiği öğrencileri kışlaya ve yargıya yaygın biçimde sokmayı başarmıştır. Ne AKP, ne Fetullahçılar, “Camiye, kışlaya, okula ve yargıya politika girmesin” gibi takiye yapmaya ihtiyaç duymadılar. Aksine bu kurumlara kendi ideolojilerini sokmak için var güçleriyle çalıştılar. Fetullahçıların bu çabası, iktidar için tehlike yaratınca bastırıldı. Şimdi meydan AKP iktidarına kaldı!

“Camiye, kışlaya, okula ve yargıya siyaset girmesin” diyenler ise safdil sosyal demokratlardır.

Bu kurumlar da içinde olmak üzere her kuruma siyaset girsin! Hangi siyaset? Emeğin üstünlüğünü kabul eden bağımsızlık, demokrasi, barış siyaseti. Hiç tereddüt etmeden, açıkça ve ısrarla bunu dile getirmek zorundayız. Halkın birliği ve dirliği için en kestirme ve kalıcı yol budur. Bunu kanıtlayan çok örnek var. Bizim bağımsızlık ve demokrasi için halkı harekete geçirmiş nice nur yüzlü hocalarımız, müftülerimiz, Sakarya boylarında vatanını karış karış savunan, bundan 94 yıl önce 26 Ağustos 1922'de emperyalist bir dünyanın silahlı güçlerini önlerine katıp kovalarken toprağa düşen ne kadar çok kahraman subayımız, çocukları ve gençleri halk sevgisiyle yetiştiren öğretmen ordumuz ve halkın adaletini savunan savcımız, yargıcımız oldu... (Ayvalık, 26 Ağustos 2016)