ESKİDEN SANAT YAPMAK İÇİN BİR ÇABA VARDI
30 EYLÜL’DE YANLIŞ ANLAMA 2 FİLMİ İLE SEYİRCİNİN KARŞISINA ÇIKACAK OLAN CEMAL HÜNAL İLE KEYİFLİ BİR RÖPORTAJ GERÇEKLEŞTİRDİK.
22 Eylül 2022 Perşembe 19:30
Bir devam filmi Yanlış Anlama 2'deki karakterinizden bahseder misiniz?
Son derece bencil, kendisini kendi dünyasında kaybetmiş, biraz da tükenmişlik sendromu yaşayan, hayatın anlamını arayan, İstanbul'un tanınmış bir restoranının ünlü şefi Ceyhun karakterini canlandırıyorum. Çok aşağılık bir karakter:). Ama ışığı görüyor netice itibariyle. İşinde çok iyi. Hayatta ve sosyal ilişkilerinde biraz şımarmışlık, yılmışlık var. Normlara karşı saygısını kaybetmiş, güzel hayat dersleri aldığı bir hikayenin içinde buluyor kendini. Yıllardır kendisine emek vermiş ustasıyla ve yeni edindiği arkadaşlarla çıktığı macerada tekrardan insanlığını buluyor, güzel bir hikaye.
ÜRETMEYİN TÜKETİN!
Günümüz sorunu da aslında öyle değil mi, hızlı tüketim!
İnsanlar hayatlarını fazlasıyla maddi istekleri üzerine kurmaya başladılar. Elde ettikleri zaman da anlayamadıkları bir şekilde tatmin olamıyorlar. Dışarıdan aldığımız hiçbir şeyde kendimizden bir şey katmadığımız için, mutlu olmuyoruz. Temel ihtiyaçlarımızın dışında en önemli ihtiyacımız üretmek, türetmek, bir şekilde yaratmak ve hayal gücümüzü kullanmak. İnsanın hayatta kalabilmesi için besleyen güzel şeyler bunlar. Üretmeyin, tüketin yaklaşımı var günümüzde. İnsanlar için de güzel tuzaklar bunlar. Hem bekleme süreleri çok kısaldı, sabırlarını yitirdiler, çok daha hızlı bir şekilde olmayan sonuçlara ulaşmaya çalışıyorlar. Bu durumda da haliyle mutlu olmuyorlar yani.
Yanlış Anlama 2 için Azerbaycan’a gittiniz, neler söylemek istersiniz?
Bakü çok güzel bir şehirdi, Paris gibi. İnsanları çok keyifli. Mimarisi, sokakları her şeyi çok güzel
Dildeki yanlış anlamalar sizi nasıl etkiledi?
Benim asabımı bozdu aslında. Filmin konusu tamamen bu şive farkı üzerine. Bir noktadan sonra, anlaşıyorduk.
ESKİDEN SANAT YAPMAK İÇİN BİR ÇABA VARDI
Eskiye dönüş oldukça moda, müzikte, sinemada. Sizce bunun asıl nedeni nedir?
90'lara kadar sinema, müzik güzeldi, heyecan vericiydi. 90'lardan sonra artık yapımcılar tırnak içerisinde " Neyin tüketileceğine kendileri karar vermeye çalışıp daha hızlı tüketim maddeleri ürettikleri için ömürleri kısa oldu. Onun için biz yine döndük 80'lere, 90'lara… Fikrin özgürleşmesiyle doğan bir arayış vardı. Sanat yapmak için bir çaba vardı, bugün youtuber olup, hemen tanınmak istiyor. Dolayısıyla emek verecek birikimleri de olmadığı için sabırsız bir tanınma isteği var. Hızlı tüketip, hızlı tükeniyorlar bu sebeple de.
Dijital platformlar, sektörü nasıl etkiliyor sizce?
Dijitalin çıkması ve film yapımcılarının seyirciye ulaşmak için artık bir sinema dağıtımcısına ihtiyacı olmamasıyla beraber, film üretimi çok çeşitlendi. Seyirciye film ulaştırmak çok kolay oldu. Bir nevi youtube’daki doğal eleme usulü misali, iyi şeyler geride kalıyor, kötü şeyler çabuk eleniyor.
Sizin sosyal medya ile aranız nasıl?
Çok kötü .
Teknolojik açıdan yeterli olmayınca eskiden oyunculuğa yükleniliyordu, teknolojik yeniliklerle bu durum değişti, sinemada her dönemin bir modası var gibi, şimdinin modası nedir sizce?
Şu andaki mevcut çeşitlilikle beraber insanlar, daha inandırıcı hikayeler, kendi içinde daha bütünsel hikayeler arıyorlar. Uyduruk hikayelerle insanlar ikna olmuyorlar. Karakter gelişimi eksik olan, bütünü görmedikleri hikayelere artık insanlar inanmıyorlar. Çünkü seyircinin gözü fazlasıyla eğitildi. Artık onları kandırmak çok daha zor.
Ne tür rolleri oynamaktan hoşlanıyorsunuz?
Beni sınayan rolleri oynamayı seviyorum. Daha çeşitli oyunculuk fırsatları sunan rolleri seviyorum.
Yazıyorsunuz aynı zamanda, kendinize nasıl bir rol yazarsınız peki?
Belli bir karakter segmenti seçiyorsun yazdığın zaman. Neleri yapıp, neleri yapamayacağın konusunda bir ön fikrin oluyor. Ancak hikaye geliştikçe ve karakter bir takım tepkiler gösterdikçe, olup bitenler onun başına geldikçe ben de karakteri tanıyorum. Birlikte yol alıyoruz. Ama yazarken genellikle benim için kolaylaştıran bir durum; bir oyuncunun sesini koyabiliyorum, ya da yüzünü. O zaman bazı reaksiyonları öngörüp, hikayeye onunla devam edebiliyorum. Biraz tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar hikayesi ama, tam olarak böyle bir şey.
Sosyal hayatınızda neler yapıyorsunuz?
Bu aralar çok sosyal hayatım yok, asosyal bir hayatım var. Çoğunlukla boş vaktim olunca yazarak, okuyarak, izleyerek geçiriyorum. Eskiden izleyip sevdiğim işleri tekrar izliyorum. Tarihi belgeselleri izlemeyi seviyorum. Sinemada klasik olmuş sevdiğim filmleri yeniden izliyorum. Yeni çıkan işlere bakıyorum, istatistik ortaya koyarsak başladığımdan itibaren 6 işten bir tanesini sonuna kadar işliyorum, tabi beğendiysem.
Kendinizi izliyor musunuz?
Hiç izlemiyorum. Sette de öyle, asla kamera arkasına geçip, monitöre bakmam, acaba ne yapmışım diye. Orası beni ilgilendirmiyor.
ISSIZ ADAM 20 YILIN EN İYİ FİLMLERİNDEN BİRİ
Yıllar da geçse hala Issız Adam olarak anılmak nasıl bir duygu?
Bu çok keyifli bir durum. Son 20 yılda Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan en iyi beş filmden bir tanesi olduğunu düşünüyorum. Çok büyük şans benim adıma. Beni uluslararası bir alanda bir sinema oyuncusu olarak sinema tarihinde yerim oldu. Filmi de bir kere yarım yamalak izledim. O da galada, bir tarafımda Lale, bir tarafımda annem oturuyordu. Issız Adam izliyorsan ve bir de kendin oynuyorsan çok da ideal şartlar değildi. Ondan sonra da ne yapmışım acaba diye filmi baştan izlemedim. Ama seyircinin tepkisi beni çok mutlu ediyor. Ne zaman şehirlerarası yolda otursam bir kamyoncu durağında birinin “Issız abi” diye bağırması; seviyorum tepkileri. Benim yüzümden bir sürü evlenip, boşanmış insan var. Ben 20 senedir aynı kadınla beraberim. Hiç beni bağlamıyor bu durum. Abi tam beni oynamışın diyenler var, valla benden başka herkesi oynamışım. Kişilik olarak Alper benim hiç sevmediğim bir karakter. Yanımda istemem, sohbetini sevmediğim bir insan tipi.
20 yıl, uzun bir süre, ille de bu dönemde…
Bir istatistik varmış, Evden çıkmadan önce karılarını öpen kocalar 5 sene daha uzun yaşıyormuş. Ben onun için “Daha geç öldürülenler diyorum” sadece
Röportaj: Özlem Coşkun