Gündem Gazetesi

FİZMEİ ULYA, FİZMEİ SUFLA

16 Aralık 2020 Çarşamba 13:22

 

 

 

 

 

Devlet ve Halk Dili Hakkında:

FİZMEİ ULYA, FİZMEİ SUFLA

 

Halk başka, devlet başkadır. Halk doğal yaşar, doğal konuşur. Devlet doğal değildir ve şimdi halk dilini konuşsa da konuşması yalanlarla doludur.

Eskiden Fatsa’ya bağlı olup bizim köyümüze de komşu olan Fizme adında bir köy vardı. Geniş bir alana yayılmış olan bu köy; Yukarı Fizme, Aşağı Fizme diye iki muhtarlık tarafından idare edilirdi. Fizme adı kim bilir hangi dilden geliyordu ama halkın diline yerleşmişti.

Fakat bu iki köyün resmiyetteki adları Fizmei Ulya ve Fizmei Sufla idi. Farsça tamlamalarda geçen bu iki sözcükten “Ulya” yukarı, “Sufla” ise aşağı anlamına gelmektedir. Kim bilir hangi tarihte köyden şehre inmiş, Dâhiliye Nezaretinde söz sahibi olmuş bir aklı evvel bu adları kütüğe böyle yazmıştır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Ana demeyi bile unutmuşuz” dediği devirledir.

Peki, neden bu köylerin adlarını halkın söylediği gibi Yukarı Fizme Aşağı Fizme olarak değil de Fizmei Ulya ve Fizmei Sufla olarak kütüğe geçmştir? İşte bu bir devlet işidir ve devlet halkın dilini kullanmaz. Halk dili değersiz ve aşağı tabakaların dilidir! Ulya ve Sufla’nın anlamını bilmese de olur. Nasıl olsa medresede “Farisice” okuyan vergi memurları ve kâtipler bilirler.

AŞAĞI DAMLALI, YUKARI DAMLALI…

1961’de İçişleri Bakanlığı köy adları üzerinde bir operasyon yapmış, bu arada sözü geçen bu iki köyün adlarını da değiştirmiştir. Fizmei Ulya, Yukarı Damlalı, Fizmei Sufla ise Aşağı Damlalı köyü yapılıvermiştir! Bu iki köyün “damla” ile ne ilgisi vardır anlaşılır gibi değildir. Osmanlıca sözlükte de “Fizme” diye bir sözcük yok ki “Damlalı”nın Türkçe karşılığı sayalım.

Gel zaman git zaman Aşağı Damlalı belediyelik olunca “Fizme” adını geri aşmış, Yukarı Fizme’nin adı resmiyette “Yukarı Damlalı” olarak kalmıştır.

Şimdi, Kurtuluş Savaşı’nın sona erdiği tarihlerde Süvari kinci Fırka Kumandanı Ahmet Zeki imzasıyla 20. Alay Kumandanlığına yazılan bir emri okuyalım:

“Hidemat- fedakârenesinden dolayı 31 Ağustos 38 tarihinden muteberen mülazım-ı saniliğe terfiinin tasvip buyurulduğu 16-10-38 tarih ve 1427 numaralı tezkere ile bildirilen 4. Bölükten Zabit Vekili Cemal Efendi bin Said’in 22 Haziran 38 tarihinden muteberen kıdemen mülazım-ı saniliğe terfiinin tasdik-i âliye iktiran eylediği ve mumaileyhin muharebatta mesbuk hidemât-ı fedakâr-ânesinden diğer bir mükâfat ile taltifinin Garp Cephesine arz ve inha edildiği V. Kolordu Kumandanlığından 9-10-38 tarih ve 2273/6095 numaralı emirnamesinde işar buyurulmuştur. Ona göre muamele-i kaydiye ifasını rica ederim.” ((Mehmet Cemal Tollu, Talimgâh’tan Güzel Sanatlara, 2018, s. 104)

Kurtuluş Savaşı’ndan çıktığımız 1922’de bile askeriyede kullanılan bu yazı dili, devletin halka uzaklığını gösterir. Bu rütbesiz askerlerin doğal dili değildir. Yukarıdaki metnin okunduğu bir er, ayrıca bunun açıklamasını isteyeceği açıktır.

Oysa yazı dili çoktan sadeleşmişti. Mehmet Akif’in aynı tarihlerde kaleme aldığı Asım’da şu parçanın diline bakalım:

Nasihatim sana “Her şeyle iştigali bırak!

Adamlığın yolu nerdeyse, bul da girmene bak!

Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün, gez;

Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.

Adam değil misin oğlum, gönüllüsün semere:

Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.”

Dilde sadeleşme, milletlerin kalabalık bir yığın değil millet olarak tarihin bir öznesi olmaya adım attıkları bir dönemde başladı. Bu aşağı yukarı 19. Yüzyılın ortalarından sonra gazetelerin yayımlanmaya başladığı, roman, hikâye ve piyes gibi edebiyat ürünlerinin yayınların dolaşıma girdiği bir döneme denk gelir. Milletin en büyük kesimini halk oluşturduğu için bu dil önce edebiyat, daha sonra da devlet dili olmaya yükselmiştir.

DİLİN ZEHRİNİ AKITMAK…

Amaç halkla dolaysız ve kolay anlaşmadır. Bu nedenle içinde başka dillerden geçme hiçbir sözcüğün bulunmadığı bir öz dil yaratma çabası yenide halktan kopukluğu ifade eder. Hiçbir politikacı, meydan veya televizyon nutuklarında anlaşılamayan bir dil kullanmayı tercih etmez. Yoksa meramını anlatamamış olur ve taraftar toplayamaz.

Devlet diliyle halk dilinin aynılaşması, devletin halkı sevdiği ve onu düşündüğü, halkın iktidarda olduğu anlamına gelmez. Çünkü bu halk en kolay kendi dilinden kandırılabilir… Dilde bugünün sorunu anlaşılır bir dil kullanmak değildir. Bugünün dil sorunu, onu kötü politikacıların zehrinden arındırmaktır. (15 Aralık 2020)

Öteki yazılar için: zekisarihan.com