HERKESİN BİR MEVSİMİ VAR
21 Ağustos 2019 Çarşamba 10:40
“Fuardan Dönüş” yazımda, Edremit 3. Kitap Fuarının ilk günü olan 17 Ağustos Cumartesi günü, kitap imzası için açtığım masaya pek az kişinin uğraması ve yalnız iki kitabın satılması üzerine, ikinci ve üçüncü günlerdeki katılımdan vazgeçtiğimi anlatmış, bu ilgisizliğin nedenini bir sonraki yazıda belirteceğimi yazmıştım.
Fuar düzeni bu ilgisizliğin nedenleri arasında önemsizdir. Asıl neden herkesin bir mevsimi olmasıdır. 1990’lı ve 2.000’li yıllarda Körfez olarak anılan bu çevrede konferanslar verdim, kitaplarımı imzaladım. Ayvalık’a üç, Burhaniye’de iki, Edremit’te üç kez konuk edildim. Demek ki o zamanlar benim gibilerin mevsimiydi. 12 Eylül karanlığından çıkmaya çalışıyor, özelleştirme ve paralı eğitime karşı direniyorduk.
Direnen çevrelerden biri İşçi Partisiydi ve ben 1971’den beri bir Aydınlıkçı olduğumdan Partinin çevreleri tarafından davet edilirdim. Yılda 20-30 panel ve konferansa katıldığım olurdu. Sonra ne oldu da aranıp sorulmaz oldum?
Bunun nedenini Edremit Fuarından dönerken Mehmet Doğan şöyle anlattı: “Siz kamuoyunda İşçi Partili olarak tanınmıştınız. Partiden ayrıldıktan sonra (2011), bu çevrenin desteğini kaybettiniz. Fakat İP’e (şimdi Vatan Partisi) karşı olanlar, sizi hâlâ öyle bildikleri için sizinle ilgilenmiyorlar.”
Sorunun tam da bu olduğunu biliyordum. Ulusal kanalda programlarıma iki kez son verilmiş, en son olarak Aydınlık Kitap’ta benimle bir söyleşi yapıldığı için söyleşiyi yapan arkadaş, Parti yöneticisi tarafından fena halde azarlanmıştı. Kamuoyu benim bu partinin çevresinde iken partinin adım adım program ve yön değiştirdiğine karşı çıkmamı bilmeyebilirdi. Fakat 8 yıldır yazdıklarımın da farkında değiller miydi? “Yazdıklarını kim okuyor ki?” dedi Mehmet, önceki yıl karşılaşmamıza kadar ben sizi İşçi Partili biliyordum.”
CUMHURİYET KİTAP’IN AMBARGOSU
Onun bu saptamasını Cumhuriyet Kitap’ın bana uyguladığı ambargo da doğruluyor. Cumhuriyet Kitap Eki, eskiden kitaplarımı duyururdu. Son 7-8 yıldır, posta ile adreslerine gönderildiği halde hiçbir kitabım, orada yer bulmadı. Kitaplarım hakkında yazılan yazıları da basmadıklarını öğrendim. Şimdiye kadar hiçbir yazardan veya gazete ve dergiden kitaplarım hakkında yazı yazmalarını istemedim. Yalnızca kitaplarım yayınevi veya benim tarafımdan kitap eklerine veya bazı yazarlara gönderiliyor. Bu zaten bir usuldür. Cumhuriyet Kitap Eki’nin bana uyguladığı ambargo dikkat çekmeyecek gibi değildi. Samsun Kitap Fuarında Kitap Ekinin sorumlusu arkadaşa dayanamayıp sordum. Kitaplarımı görmezlikten gelmeye yemin mi etmişlerdi? Muhatabım, kitaplarımın kendisine ulaşmadığını ileri sürdü. Bu kez kitaplardan bir kaçını onun adına gönderdim. Telefon ettiğimde bunları aldığını ve gereğini yapacağını söyledi fakat bunlardan hiç biri “Vitrindekiler” köşesinde bile yer bulamadı! (Son kitaplarımdan birine Yayınevinin hatırına yer verdiler.)
Bu işlerin iç yüzünü bilen bir arkadaş “Seni İşçi Partili olarak bildiklerinden yer vermiyorlar, bunu biliyorum” dedi.
Bir sosyalist olarak Aydınlıkçı olmaktan ötürü hiçbir pişmanlık duymadım. Eski durduğum yerde durmaya da devam ediyorum. Ne yapalım ki, İşçi Partisi yöneticileri, şimdi herkesin gördüğü gibi başka başka yola girdiler.
POPÜLER YAZAR OLMAK
Başka bir neden de popüler olmayı başaramamaktır. Kitap fuarı gibi etkinlikler düzenleyenlerin bir konuşmacı veya yazar davet ederken gözettikleri temel ölçü yazarın popüler olması, yani geniş bir okur kitlesi tarafından tanınmasıdır. Geniş bir okur kitlesine seslenmek için ise bazı çevreler tarafından parlatılmak şarttır. Büyük sermaye tarafından kurulmuş yayınevleri, onların verdikleri gazete ilanları, televizyon programları bunun araçlarıdır. Organizatörler, neyin çok satacağını iyi hesap ederler. Bu hesapla yayımlanan kitaplar, sağlam bir dünya görüşüne yaslanmak yerine mevcut önyargıların okşanmasını ve pekişmesini hedefler. Fuarlara gelenler alacakları kitapların ve dinleyecekleri konuşmacıların ünlü kişiler olmasını ister. Bu, modanın çekiciliğine benzer bir durumdur. Moda ile de aynı akıbeti paylaşır. Bir süre sonra unutulurlar. Onlarca, yüzlerce baskı yapan ve yüz binlerce basılan bir kitap bakmışsınız beş on yıl sonra kimsenin elinde görülmez.
Bir kişi, görüşlerinin ve kitabının sağlamlığına güveniyorsa, bunların büyük yayınevleri tarafından basılmamasına, dağıtılmamasına ve imza masalarında fazla rağbet görmemesine üzülmez.
Basılmış kitaplarımın sayısı 40’ı bulmuş ve bunlardan bazıları birkaç baskı yapmış olsa da geçimimi kitaplardan karşılamadığım için ben kendimi “amatör” yazar sayıyorum. Bu yayın bolluğu karşısında, kitap okuma kültürü zayıflıyor da olsa, söyleyecek sözü olan biz “amatör” yazarlar, yazmaktan, bunları yayımlayacak ve dağıtacak kurumlar aramaktan vazgeçmeyeceğiz. Devran döner, mevsimler yeniden gelir…