Gündem Gazetesi

İNÖNÜ’NÜN ELİNDEKİ AMERİKAN BAYRAĞI

10 Ekim 2018 Çarşamba 14:36

Ekonomik krizden çıkmak için bir Amerikan şirketiyle danışmanlık anlaşması yapınca, hükümetin bağımsız bir ekonomik sistem kuracağı yolundaki iddiasının ipliği pazara çıktı. Muhalefetin eleştirileri karşısında bunalan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı, Kızılcahamam’da topladığı parti yetkililerine bu anlaşmayı iptal etme emrini verdiğini söyledi.  “Bağırıp çağırıyor ama Amerika’dan vazgeçemiyor” suçlamasına karşı da asıl Amerikancı olanın CHP olduğunu söyledi ve bunun kanıtı olarak da İsmet İnönü’nün elinde Amerikan bayrağı sallayan bir fotoğrafını gösterdi.
Feodaller ve kapitalistler için tarih yazmak demek işte böyle bir şeydir. Sayısız olgu içinden güya kendilerini haklı çıkaracak, sınıfını ve siyasetini sevimli gösterecek bazılarını seçer, alt alta koyar ve okullarda okutursun, Erdoğan’ın yaptığı gibi kürsülere bile taşırsın!
Tarih yazmada yüzü en kara olan feodallerdir.. Feodal zihniyette biri için yalan mubahtır. Gerçeği değiştirmek bir haktır. Bu konuda ne Allah’tan utanırlar, ne de yalanlarını açığa çıkaracak olan gelecek kuşaklardan utanırlar. Burjuvazi bu konuda biraz daha ustalıklı hareket eder. Bu fotoğrafı tozlu arşivlerden bulup çıkaranlar gerçeği bilmiyor olamazlar. 26 Ağustos 1962’de ABD Başkan Yardımcısı Türkiye’ye gelmiş. Onu karşılayan Başbakan İsmet İnönü’nün elinde de protokol gereği iki ülkenin (Amerika’nın ve Türkiye’nin) bayrakları var. Zaten bu gibi kirli işler için beslenen danışmanlar, bu bayraklardan Türk bayrağını veya her iki bayrağı da gösteren kareleri atlayarak yalnız Amerikan bayrağını gösteren kareyi seçmişler.
İktidarları yalan üzerine kurulduğu için feodal ve burjuva politikacılar, emirlerindeki tarihçiler gibi daima asıl gerçeği gizlemek zorundadır. O bunların sınıf huyudur.
İŞİN ASLI NEDİR?
İsmet İnönü’nün ülkesini ziyaret eden bir yabancı devlet adamını karşılarken onun ülkesinin bayrağını da elinde bulundurması bir kusur değil, bir meziyettir. Bu devletin Amerika, İran veya Çin olması durumu değiştirmez. Asıl kusur, böyle bir fotoğrafı hiç fütur duymadan istismar edip kendi temsil ettiği siyasi akımın ve bizzat kendisinin iktidarı boyunca işlediği kusurları bununla örtmeye çalışmaktır.
İşin aslına gelirsek: Kurtuluş Savaşı sonrasında iktidara gelen kadrolar, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın verdiği derslerle uzunca bir süre bağımsızlık siyaseti gütmüş, dış borçları ödemiş, fakat uyguladıkları devletçilik ve liberalizm politikalarıyla bir burjuva sınıfı da yaratmışlardı. Bu sınıf, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni uluslararası düzende bağımsızlık politikasını adım adım terk ederek Batı’nın patronu Amerika’ya yanaşmışlardı. Bunda en açıkgöz davrananların Demokrat Partinin kurucuları olduğunu bilmeyen yoktur. CHP iktidarının başlattığı bu süreç, 1950’den sonra Demokrat Parti ile hız kazanmıştır. Türkiye artık NATO’nun da üyesi olarak ABD’nin hem stratejik dostu, hem de işbirlikçisidir. Ülke Amerikan üsleriyle donatılmış, Sovyetler Birliğine karşı bir üs olarak kullanılmıştır. Amerikan kültürü bütün ülkeyi sarmıştır.
27 Mayıs’ı yapan kadrolar da bu konuda uyanıklık gösterememişlerdir. Öyle ki Barış Gönüllüleri projesi onların iktidarı döneminde uygulanmış, okullarda öğrencilere Amerikan süttozu içirilmiştir.
Amerikan emperyalizmine karşı itirazlar, daha İkinci Dünya Savaşı sonrasında solculardan gelmeye başlamış, bu itiraz daha sonraki yıllarda kesintisiz olarak sürmüştür. Halen de devam etmektedir. Bunun nedeni, burjuvazinin her an emperyalizmle işbirliği yapma eğilimine karşı bağımsızlığın en kararlı savunucularının emekçiler (sosyalistler) olmasıdır. 1971 faşist darbesinden sonra yargılanan biz devrimciler, bunu Amerika’nın istediğini biliyor ve savunmalarımızda dile getiriyorduk.
Dürüst ve düzgün bir siyasetçinin ve tarihçinin Türkiye’de Amerikan işbirlikçiliğini dile getirecekse söze öncelikle Kore’de harcanan askerlerden başlaması, Altıncı Filo’yu protesto edenler ve bu yurtsever gençlere saldıranlardan geçerek, Amerikalıların “Bizim oğlanlar” diye söz ettiği 12 Eylül paşalarının, sonra Irak’a asker göndererek bir koyup üç alma sevdasından bahsetmesi gerekmez mi?
İktidar çevrelerinin zaman zaman ABD ile didişmelerinin nedeni, onların ilkesel olarak ABD!ye karşı, hele hele antiemperyalist olmalarından değildir. Bu didişmenin nedeni, Ortadoğu’da kimin hâkim olacağı ile ilgili bir anlaşmazlıktan kaynaklanıyor. Avrupa ülkeleriyle didişmenin nedeni ise, Avrupalıların Türkiye’de radikal bir İslam devleti kurulmakta olduğu ve bunun El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi Batı ve uygarlık düşmanı örgütlere cesaret vereceği kaygısıdır.
Ülkemizde dürüst bir politika iktidarda olsaydı, bu iktidarın bu son olay karşısında şöyle demesi gerekirdi: “Amerika’ya bu kadar atıp tuttuktan sonra bir Amerikan şirketiyle danışmanlık anlaşması yapmamız hataydı. Bu konuda bizi eleştiren ve uyaran muhalefete teşekkür ederiz.“