KALELER ÇOK ŞEY SÖYLER
10 Ağustos 2018 Cuma 10:02
Makedonya'nın turistik merkezi Ohri'de ikinci gün öğle üzeri motelden çıkarak sahile indik. Burada bin yıllık olduğu bildirilen bir çınar var. Gövdesindeki çürükleri ağaç kabuğunna benzer bir madde ile yamamışlar... Biraz ileride 1720 tarihini taşıyan Pir Mehmet Hayati türbesi ve Halveti dergâhı Türk ziyaretçileri Osmanlı dönemine götürüyor. Adana-2 Lokantasında Türk yemekleriyle karnımızı doyurduktan sonra bizi kaleye çıkaracak bir taksi arıyoruz. Duraktaki taksilerin hiç biri kabul etmiyor. Yakın mesafe diye ücreti azımsamış olacaklar. Sonra yoldan geçen bir taksiye bir buçuk misli ücret (15 TL kadar) vererek razı ediyoruz.
Ohri kenti zaten gölün dik kıyılarından yükseliyor. Buraya ilk yerleşenler savunma kolaylığını da düşünmüş olmalı. En yüksek olan bölgede en eski yerleşimler 3. Yüzyıl'a kadar gidiyor. O tarihlerde İkinci Filip Krallığı'nın başkenti olan Ohri, 10. Yüzyılda Bulgar Krallığı'nın başkenti imiş. Kale 10. Yüzyıl eseri. 2003'te restore edilmiş. Dik merdivenlerden kalenin burçlarına çıkıyoruz. Ohri kenti dört yandan seyrediliyor. İki burca dürbün de koymuşlar ama ikisi de bozuk!
Kalenin içeriye bakan kısmında tutunacak tırabzanlar olmasa burada gezmek cesaret ister. Kimbilir bu kaleyi savunmak için kaç asker can verdi? Kale diplerinde kaç asker telef oldu? Çok geniş olmayan sur içinde bazı yapıların kalıntıları var ama burada esaslı bir kazı ve düzenleme yapılmamış. Bunlar yüklü bütçelere bağlı. Makedon Hükümeti ileride rüşvet ve israfı önlediğinde bunları yapmaya para da artırabilir.
Kaleden aşağılara doğru eğimli arazi, eski Ohri'nin tarihi ile yüklü. Bir çok yapının temel izleri var. Ortodoks kilisesi ise ayakta ve müze olarak kullanılıyor. Türkler Ohri'yi aldıklarında bu kiliseyi yıkmışlar fakat halk gene de burada ibadet etmeye devam edince Türkler onu camiye çevirmişler. Kilisenin önemi, Kiril alfabesinin burada Kiril'in iki öğrencisi tarafından biçimlendirilmesinden kaynaklanıyor. Bu alfabe daha sonra bazı değişiklikler geçirse de dini metinlerde kullanılmaya devam ediyormuş. Kilisenin üst tarafında Sinan Paşa adlı bir komutanın TİKA tarafından onarılıp üstüne koruyucu bir tavan yapılan kabri bulunuyor.
Buradan sık ve uzun çam ağaçlarının oluşturduğu orman içinden kıvrıla kıvrıla uzanan taş döşeli bir yoldan kıyıya kadar indik. Sahilin bu yanında gölden kale gibi yükselen bir kayalık var. Bir kaya kitlesinin üzerinde 13. Yüzyıl'da yapılmış bir manastır bulunuyor. Burada biraz soluklanıp merdivenle plaj olarak kullanılan kıyıya iniyoruz. Hazır bekleyen birkaç motorlu kayık sizi uzak olmayan kent merkezine götürüyor. Bu arada isterseniz gölde bir kayık gezintisi de yapabiliyorsunuz. Açıkgöz kayıkçı bizi biraz gölde gezdireceğini de söyleyerek ama buna uymayarak 7 Yuro'yu koparıp Çarşı'ya bıraktı.
Hafif bir yağmur başladı. Bir barın tenteleri altına sığındık. Bir kadın Türkçe olarak "Burada yemekten önce içki içiliyor mu?" diye bize sordu. Ardından da delikanlılığa yeni adım atmış oğlu yaklaştı. İstanbul'dan turla on kişilik bir grup gelmişler. Oğlana "Kaleyi gezdiniz mi?" diye sordum. Şu yanıtı verdi: "Hayır gezmedik. Rehber, istersek kaleyi gezdirebileceğini ama orada bir şey olmadığını söyledi. Bizimkiler de 'Madem bir şey yok, çıkmayalım' dediler."
Kalede ne olmasını bekliyorlardı ki? Yeme içme yerleri ya da incik boncuk satılan yerler. Bunlar olmazsa gitmenin bir anlamı yoktu demek! Oysa kaleler herkese ne kadar çok şey söyler.. Kaleler, kentlerin ruhudur. Bize geçmişten çok anlamlı hikâyeler anlatırlar. Bu kentin neden burada kurulduğunu kalelerden öğrenirsiniz. Kentin bütününü ve çevresini kalelerden gözlersiniz. Oradaki her taş, her sığınak, her basamak ter ve kan kokar. Oralarda kılıç şakırtılarını, top gürlemelerini duyarsınız. Kaleler, geçmişte milletlerin arkalarını yasladıkları dayanaktır. Tehlikeli zamanların sığınağıdır. Milleti yurtlarında güvence içinde yaşatan kalelerdir. Kaleler teslim olunca millet ağlar, dağılır ve düzen bozulur. Erkekler tutsak düşer, kadınları cariye yapılır. Hazzine düşman eline geçer.
Her kale zamanın ileri bir mühendislik eseridir. Bir gezginin ziyaret ettiği kentin barlarından, yeme içme yerlerinden çok ve onlardan önce kaleyi ziyaret etmesi gerekmez mi?
MANASTIR YOLUNDA
Gezimizin dördüncü günündeyiz. 31 Temmuz Salı günü bavulumuzu yokuş aşağı takır tukur çekerek sahile indik. Yazlık ayakkabımın şeritlerinden biri sökülmüştü. Dün tanıştığımız ayakkabı ve hatıra eşye satan Namık Kemal adlı Türk, onu tamir edebileceğini söylemişti. Ayakkabıyı verdim, az sonra kopan parçayı dikilmiş olarak getirdi. Harcanan iplik iki santimetre yoktu ve dikiş süresinin yarım dakikadan fazla alması mümkün değildi. "Borcum nedir?" diye sordum. "Ne borcu?" diyeceğini sanıyordum. "100 Denar!" (10 TL) dedi. Yanımda bulunan Türk parasından 10 TL'yı sırıtarak aldı! İstanbul'la alışveriş yapıyormuş. Dünkü sohbetimizde Karaman asıllı olduklarını söylemişti. Fatih, Osmanlı'ya teslim olmayı reddeden Karaman'ı fethedince burayı yerle bir etmiş, halkını da sürmüştü. Namık Kemal'in açıklaması ise şuydu: "Karamanlılar asla asimile olmaz. Fatih bunu bildiği için Karamanlıları buralara göndermiş!"
Makedonyalılar, hep Namık Kemal gibi paracı mıdırlar? Bunun böyle olmadığını Üsküp Eski Çarşısı'nda bu kez kapağı tamamen sökülen omuz çantamı diktirmek için arayıp bulduğum bir Arnavut çantacı gösterdi. Israr ettiğim halde para almayı reddetti.
Taksi ile otogara gidip gezimizin üçüncü durağı olan Manastır'a bir otobüsle yol almaya başladık. Çevreyi daha iyi görebilmek için boş olan ön koltuklardan birine oturmama şöför nedense izin vermedi.
Sağ tarafta yüksek dağların yer aldığı bir vadide, yeşillikler arasında ilerliyoruz. Çevrede elma, üzüm bağları görülüyor. Resne kasabasından geçerken İkinci Meşrutiyet'in kahramanlarından Resneli Niyazi'yi hatırladım. Türklerin hürriyet mücadelesinde Selanik doğumlu Mustafa Kemal Paşa gibi Balkan doğumlu bir hayli önder var. Şair Yahya Kemal Beyatlı Üsküp doğumlu.