KIRLARDAN ŞEHİRLERE
25 Mayıs 2019 Cumartesi 09:25
Kurtuluş Savaşı ülkenin birçok yerinde başladığı halde, neden Erzurum-Sivas-Ankara hattındaki başkaldırma sonuç vermiştir? Kurtuluş Savaşı, neden İstanbul, İzmir gibi kıyı ketlerini değil de Ankara’yı merkez edinmiştir?
Bunun nedeni 20. Yüzyılda verilen millî Kurtuluş Savaşlarının ortak yasalarından biriyle ilgilidir. Kurtuluş Savaşları kırlardan şehirlerin zaptı rotasını izler. Bu ilke Çin, Vietnam, Küba, Cezayir gibi bütün kurtuluş savaşlarında uygulanmıştır.
Kurtuluş Savaşı, Mondros Ateşkes Anlaşmasından hemen sonraki tarihlerde, ülkenin beyni olan, politikada ve askerlikte pişmiş kadroları barındıran, çeşitli, çözüm yollarının arandığı, tartışıldığı İstanbul’da verilemezdi. 15 Mayıs’ta işgale uğrayan ve bu nedenle savaşı başlatması beklenen İzmir’de de verilemezdi. İngiliz-Fransız işgallerine uğrayan Urfa, Maraş, Antep’te ve İtalyanların işgal ettiği Antalya’da da başlayamazdı. İşgallere karşı buralarda da savaşılmamış değildi. İzmir’de işgal gecesi sabaha kadar miting yapılmış, işgal günü Hasan Tahsin ilk kurşunu atmış, Urfa, Antep ve Maraş’ta şehir savaşları verilmiştir. Ancak bütün ülkenin kurtuluşu için karargâh Ankara’da kurulabilmiştir. Bu merkez, Ankara olmasaydı onun konumuna benzer bir İç Anadolu kenti olabilirdi? Konya, Sivas, Erzincan, Kayseri kentleri veya buralara yakın başka bir merkez. Bunun iki nedeni vardır:
İŞGALCİLERİN BURALARA ULAŞMASI ZORDU
Emperyalistlerin donanma güçleri, ezilen milletinkinden daha güçlüdür ve bu nedenle kıyı kentlerine asker ve mühimmat ulaştırmaları kolaydır. Buraya çıkardıkları kuvvetlerini deniz güçleriyle kolayca takviye edebilirler. İç bölgelere uzanmaları ve oralarda tutunmaları ise kıyı kentleri kadar kolay değildir. Türklerin deniz güçleri yoktu. İşgalcileri denizde karşılamaları ve durdurmaları mümkün değildi. Rusya’dan getirilen savaş araçları bile Karadeniz kıyılarından “korka sine” getirilebilmiş, tehlike görüldüğü anda bu araçlar en yakın limana çıkarılmış ve buralardan karayoluyla cepheye ulaştırılmıştır. Yunan savaş gemileri savaş malzemesini imha için İnebolu, Samsun limanlarını bombalayabilmiştir. Yunanlıların Sakarya Savaşı’nı kaybetmeleri nedenlerinden biri, üs bölgelerinden çok uzaklaşmış olmalarıdır.
1915’te Çanakkale deniz ve kara savaşları sırasında, İstanbul Hükümetinin hükümet merkezini Konya’ya nakletmek için hazırlık yapması da “Kırlardan şehirlere” ilkesinin anlaşılmış olmasındandır. Eğer Çanakkale Savaşları kaybedilmiş olsaydı, savunma merkezinin Anadolu’nun iç kesimlerine kaydırılacağı anlaşılıyor. Böylece Kurtuluş Savaşı muhtemelen 1915’te başlayacaktı. Kurtuluş Savaşlarının başladığı 20. Yüzyıl öncesinde İstanbul, ideal bir başkent olabilirdi ama Kurtuluş Savaşı sırasında olamazdı. Savaştan sonra başkentin değiştirilmiş olması, emperyalizm döneminin devam etmekte oluşundandır. Zaten 1936 Montrö Anlaşması’na kadar İstanbul, Boğazlarla birlikte silahtan arındırılmış bölgeydi ve “Boğazlar Komisyonu”nun denetimindeydi.
SAVAŞACAK GÜÇLER İÇ BÖLGELERDEYDİ
Kurtuluş Savaşının kırlardan şehirlere rotasının izlemek zorunda olmasının ikinci nedeni, iç bölgelerin Müslüman Türk nüfusuyla meskûn bulunmasıdır. Osmanlı devletinin hükmettiği topraklarda birçok millet yaşıyordu. İstanbul, İzmir gibi kıyı kentlerinde Hıristiyan nüfusun oldukça kalabalık olduğu biliniyor. Hatta bazı istatistikler İzmir kent merkezinde Hıristiyanların Müslümanlardan fazla olduğunu gösteriyor. İtilaf kuvvetleri İstanbul’a geldiklerinde ve Yunanlılar İzmir’i işgal ettiklerinde Hıristiyanlar coşkun gösteriler yaptı. İç bölgelerde de Hıristiyanlar bulunsa da bunlar kıyı kentleri kadar yoğun değildir. Ermeni Nüfus, zaten Tehcirle buralardan çıkarılmıştır.
Milli bir devletin temellerinin atıldığı bu savaşta azınlıklar, ne yazık ki kaderlerini emperyalistlerle birleştirmiş durumdaydılar ve Kurtuluş hareketine ayak bağı olabilirlerdi. Savaşın önderlerinin ise Hıristiyanları da kurtuluş kuvvetinin içine alacak bir programları yoktu. Olsaydı bile bunu başarabilecekleri şüphelidir. Yalnızca emperyalizme karşı savaşırken Hıristiyan azınlıklara iyi davranılması talimatını verdiler. Bunu dış güçlere koz vermemek yaptıkları da bir gerçektir. Hıristiyanlar son Mebuslar Meclisi için 1919 sonlarında yapılan seçimi boykot ettiler, Büyük Millet Meclisine de sokulmadılar.
İç bölgeler, Türk İslam nüfusla doluydu. Buralarda yoğun olarak köylüler yaşıyordu. İngiliz dostluğu, Amerikan Mandası gibi emperyalist politikalardan daha az zehirlenmiş bulunuyordu. İstanbul’dan çeşitli görevlerle Anadolu’ya gelmiş, komutan, vali, mutasarrıf gibi yöneticiler, yerel güçlerle birleşerek, İstanbul’la da bağı keserek buralara hâkim olabilirlerdi. Nitekim İstanbul’a bağlı yöneticiler, İstanbul’a sığınmak zorunda bırakıldılar. Rum Patrikhanesine bağlı Hıristiyan ruhbanlar da İstanbul’a gitmek zorunda kaldılar.
Bağımsızlığı korumak için din açısından homojen bir nüfusa dayanma gereği kendini o kadar dayatmıştı ki, savaştan sonra Venizelos’un önerisiyle de olsa Hıristiyanların Yunanistan’a gönderilmesi ve Yunanistan’daki Müslümanların Türkiye’ye getirilmesi kolayca kabul gördü. Dilleri Türkçe olan, Kurtuluş Savaşında Ankara’yı desteklemiş olan Hıristiyan Karaman Türkleri bile nüfus değişiminden kurtulamadılar.
Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in işgalinin hemen ertesinde Anadolu’da bulunmasaydı bile O veya savaşa önderlik yapmak isteyen başkaları, Anadolu’ya geçmek zorundaydılar. İstanbul’un 16 Mart 1920’de İngilizler tarafından işgal edilmesinden hemen sonra önde gelen yurtseverlerin Anadolu’ya geçmeleri gibi.