KORE ANILARI 3 İSMET KARABENLİ
28 Mayıs 2018 Pazartesi 12:07
Gurbete alıştığımı zannetmiştim. Ama insan ülkesinden uzak olunca bambaşka bir gurbet hissi oluşuyor içinde.
Aldığı öğretmen maaşı beş çocuğa bakmaya yetmediğinden, daha ilk okulu bitirir bitirmez beni ordu bursuyla sanat okuluna vermişti babam. Sanat Okulunu bitirdikten sonra mecburi hizmetimi tamamlamak için astsubay olarak orduya alınmış, İstanbul'a Selimiye kışlasına gönderilmiştim. Daha 18 yaşında Sivas'tan, baba evinden ayrılmış, gurbetle tanışmıştım. Dokuz yıl mecburi hizmet yapmak zorundaydım burslu okuduğum için.
Kore'de hissettiğim gurbet hissi İstanbul'da hissettiğim gurbet hissinden fersah fersah farklıydı. Çok uzun ve çileli bir vapur yolculuğundan sonra bambaşka bir ülkeye gelmiştik. Bize hiç benzemeyen insanları korumak için, bize hiç benzemeyen başka insanları öldürmeye çalışıyorduk. Zamanla kendi kendime buradaki herkes gibi "benim burada ne işim var?" sorusunu sormaya başladım. Gönüllülüğün heyecanı bitmiş, kendimizi kiralık katiller gibi hissediyorduk. Komutanlarımız bizi motive etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
İnsanlar farklıydı, iklim farklıydı, yer örtüsü farklıydı, konuşulanları anlamıyorduk. Yediğimiz yemeğin, hatta içtiğimiz suyun bile tadı farklıydı. Neyse ki memleketi dinlediğimiz, mesajlar yolladığımız, şarkılar, türküler istediğimiz, bize arkadaş olan, bize buralarda unutulup gitmediğimizi hatırlatan radyomuz vardı. Ben her seferinde kendim ve Sivas'taki ailem için "Ayağına giymiş sedef nalini" şarkısını isterdim ( Yazarın notu: Biz de bütün aile Kore saatinde Sivas'ta babamın taksitle aldığı 1946 model Alman yapımı radyomuzun başına toplanır, merakla abimin şarkısını beklerdik. Ben o zamanlar altı yaşlarındaydım. Şarkı başlayınca bütün aile ağlamaya başlar, babamın da gözleri nemlenirdi. Ben ise onlara bakar bakar, adam hem sağ, hem şarkı istiyor. neden sevineceklerine ağlıyorlar acaba diye hayret ederdim)
Sonunda Kore'de görev süremiz sona yaklaştı. Yurda dönmemize haftalar kala kötü bir olay yaşadım. Çok yakınım da bir bomba patladı. Kullandığım Jip alev aldı. Ne saçım , ne kirpiğim, ne kaşım kaldı. Kulaklarım hasar gördü. Yüzümde ki yanıklar yüzünden uzun süre hastane de yatmak zorunda kaldım. Sonra verilmiş sadakam varmış düzeldim, toparlandım.
Türkiye'ye dönmemize bir hafta kala Cemal Madanoğlu Paşa beni odasına çağırdı " Bak İsmet, çok yakışıklı ve cesur bir delikanlısın biliyorum. Etrafında Koreli, Japon kızların pervane gibi döndüğünü de biliyorum. Eğer olur da ordudan ayrılıp buralarda kalmaya falan kalkarsan, yemin ediyorum filin kulağına girsen seni saklandığın yerden çıkarır döve döve götürürüm.:Hadi şimdi git ve sakın söylediklerimi unutma dedi.
Güzel adamdı paşam. Delikanlı adamdı. Beni filin kulağında aramasına dayanamazdım, kıyamadım.
Yine berbat bir gemi yolculuğu sonunda nihayet yurda döndük. Gemi İzmir Limanına girmeden en temiz üniformalarımızı giydik, traşımızı olduk. İzmir limanın da bayraklarla, pankartlarla, marşlarla , gülücüklerle, sevinç gözyaşlarıyla karşılandık. Babam ve Şahap amcam kiraladıkları bir kayıkla taa geminin yanına kadar yanaşmış aşağıdan bana el sallıyorlardı.
Bunu beklemiyordum. İki elimi yüzümün iki yanına götürdüm, kepimi alnıma indirdim, Tokyo'dan satın aldığım güneş gözlüklerimi taktım ağlamaya başladım. Erlerimin beni ağlarken görnesini istemiyordum
Bir an gemiden atlayıp babama ve amcama sarılıvermek geçti içimden. Sonra omuzumdaki ay yıldızı okşadım. Vatana geri dönmek, sevdiklerime kavuşmak o kadar güzeldi ki...