KURTULUŞ SAVAŞINDA DİN OLGUSU
30 Mayıs 2019 Perşembe 17:38
İnsanları vatanlarını savunmaya iten güdü ile bir köylünün tarlasını, bir esnafın dükkânını, bir sanayicinin fabrikasını savunmaya yönlendiren güdü aynıdır. Kendisine hayat veren, geçimini sağladığı kaynakları elde tutmak için insanlar, vahşi doğada da görüldüğü gibi canlarını bile ortaya koyarlar. Yabancı bir gücün, kaynaklara el koyması, milleti yönetmeye kalkması, istilacılarla işbirliği halindeki bir avuç işbirlikçi dışında, herkesi yoksullaştırır ve köle durumuna düşürür.
Kurtuluş savaşları, bazı kavramlara başvurularak yapılır. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşında bu kavramların başında din vardı. Daha önceki yüzyıllarda da başkalarının toprak, servet ve egemenliklerine el koymak için en çok kullanılan din, Kurtuluş Savaşında millî kurtuluşun hizmetinde kullanılmıştır.
TÜRKLÜK VE MÜSLÜMANLIK
Millî Mücadele, İslam nüfusun çoğunluğu oluşturan topraklarda, İslamlar tarafından verilmiştir. Köklü ve yaygın bir kurum olarak, İslami inançlar Kurtuluş Savaşı yıllarında, günümüzdekinden daha güçlüydü. Kitleleri en kısa yoldan ve en çabuk harekete geçirecek olan da İslam kimliği idi.
Türklük bilinci de oluşmaktaydı ve bu kimlik aydınlar arasında daha yaygındı. Fakat geniş halk kesimleri için İslam kimliği, Türklükten önce gelmekteydi. Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı hakkında anılarını yazanlar, özellikle erler arasında önde gelen kimliğin Müslümanlık olduğunu gösteriyor. Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam’da anlattığı gibi Türk denildiğinde dağların arkasındakiler (Alevi Türkmenler) anlaşılıyordu. Bunca yıldır okullarda asıl olarak Türklük eğitimi yapıldığı halde bugün bile Müslümanlık kimliğinin Türklükten önce geldiği açıktır.
Kurtuluş Savaşını yönetenler, hem bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem de Türk olmayan ama Müslüman olan unsurları da kapsaması için bunun bir “millet” savaşı olduğunu vurguladılar. 1921 Anayasasında “Türk” sözcüğünün bulunmaması, daha çok ikince nedenledir.
CAMİNİN ROLÜ
Yunan bağımsızlık savaşının kiliselerde örgütlendiği bilinir. Aynı derecede olmasa bile Kurtuluş Savaşının camilerde örgütlendiğini, propagandasının en çok cami cemaatinde yapıldığını söyleyebiliriz. Büyük Millet Meclisinin Hacıbayram’daki Cuma namazından sonra dualarla açılmasının nedeni budur. O gün taşra kasaba ve şehirlerinde yapılan törenlere camilerde başlanmış, yeşil bayraklarla meydanlara yürünmüş ve din önderleri yürüyüşlerde ön safta yer almıştır.
Maraş’ta kaledeki Fransız bayrağının indirilerek yerine Türk bayrağının asılması eyleminin camide kararlaştırıldığını hatırlamak gerekir. 1920 yazında Yunan ilerlemesi sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin yayımladığı iki beyannameden birinde millet ayağa kalkmaya çağrılırken Yunan erlerine saldırmanın “Her Müslüman’ın görevi” olduğunu belirtilmiş (2 Temmuz 1920), İstanbul’un işgali üzerine İslam Âlemine hitaben yayımlanan beyannamede (17 Mart 1920) saldırının bütün İslam dünyasına yönelik olduğu anlatılmıştır. 25 Nisan 1920’de BMM’nin memlekete hitaben yayımladığı bildiride işgaller üzerine “millettaş ve dindaşların” silaha sarıldığı anlatılırken, 9 Mayıs 1920 tarihli TBMM’nin “Bütün İslam Âlemine” bildirisinde, İslam kardeşliğine vurgu yapılarak onların desteği istenmiştir. Mustafa Kemal imzasıyla aynı tarihi taşıyan Şer’iye Encümenin İslam Âlemi’ne Beyannamesi de aynı içeriktedir. Bildiride “Ey Müslümanlar birbirinize iyilik konusunda yardım ediniz” diyen ayeti hatırlatılmaktadır. Kastamonu’da yapılan cuma talimlerine çağrı bildirisinde buna “her Müslüman’ın” katılması istenmekteydi.
İŞBİRLİKÇİ MÜSLÜMANLAR- YURTSEVER MÜSLÜMANLAR
Kurtuluş Savaşı ile ilgili yazı ve kitaplarda, Halife ve bazı İslamcıların tutumu öne çıkarılarak İslami çevrelerin İngiliz işbirlikçisi olduğu çok tekrarlanmıştır. Oysa Halifelik ve Şeyhülislamlık dinî olmaktan çok siyasi organlardır. Halifenin ve şeyhülislamların tutumu Türkiye Müslümanlarını temsil etmekten uzaktır. Nitekim Kuvayı Milliye önderlerinin öldürülmelerinin caiz olduğunu ileri süren şeyhülislam fetvasına karşı Anadolu’da din bilginlerinin ve önderlerinin toplu bir bildiri yayımladıklarını hatırlamak gerekir. İstanbul ve İzmir’de kalıp da kaderlerini işgalcilerle birleştiren birçok laik olduğu gibi, Mehmet Akif örneğinde görüldüğü üzere Anadolu’ya geçerek Mücadele saflarında önemli görevler alan İslamcılar da vardır.
Her dönemde olduğu gibi Kurtuluş Savaşı yıllarında da din olgusu, taraflara göre farklı yorumlanmaktaydı. İşbirlikçiler Kuvayı Milliye’yi “dinsiz, Bolşevik” olarak suçlarken, yurtseverler bağımsızlığın dinin bir emri olduğunu anlatıyorlar, hatta bazı komünist çevreler İslam dininin komünizmin ilkelerini içerdiğini savunuyorlardı.
GÜNÜMÜZE KALAN DERS
Din günümüzde de toplum için vazgeçilmez bir kurum halinedir. Bunu bilen sağcılar onu sömürünün emrinde bir araç olarak kullandılar ve kullanıyorlar. Uzun yıllar devleti yöneten modernistler ise İslamiyet’in toplumdaki yerini göz ardı ettiler. Onu kendi elleriyle gericilerin kullanımına bıraktılar. Laik iktidarlar, toplumun temel ihtiyaçlarına yanıt verseler, örneğin ağalığı ve tefeciliği kaldırsalar, topraksızlara toprak verselerdi muhtemelen İslam, bu kavramlarla ilişkilendirilecek, siyasi İslamcılık hayat hakkı bulamayacaktı.
Bir süreden beri ise roller değişmeye başlamıştır. İktidar çevrelerinin diktatörlük, şatafat, soygun ve adaletsizliklerine karşı halk Müslümanlığı, adalet ve dürüstlükle birleşerek harekete geçmişe benziyor…
Dinin toplumdaki yerini kabul etmek, laik bir yönetim sistemine aykırı değildir. Kurtuluş Savaşı yönetimi de laikti. Tekrarlanan İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri, halkçılar için fabrika ayarlarına dönüşün de bir işaret gibi… Kamunun mallarını gasp edip eşe dosta dağıtanlar, bu soygun ve zulüm rejimini yönetenler, buna karşılık her türlü yalan dolan ve tertibe başvuranlar, sağda solda siyasetçi ve gazeteci dövdürüp saldırganları serbest bırakanlar, halkın gözünde artık İslamiyet’i temsil edemeyecekleri gibi, bu kavramın dışına atılacaklar.