Gündem Gazetesi

ÖYLE İŞTE...

23 Şubat 2018 Cuma 13:20

Yıl 1970. Anarji kol geziyor. Memleket uçurumun eşiğinde. Üniversiteler bir gün açıksa bir hafta kapalı. İnsanlar sokağa çıkmaya, çocuklarını okula yollamaya korkuyorlar. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümünde öğrenciyim. Serseri mayın gibi dolaşıyor, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi, nereye yöneleceğimizi bilmiyoruz.
Bir de bir mahalle baskısı, bir mahalle baskısı, herkes herşeyi biliyor. Her kafadan ayrı ses. Dedikodu, yalancılık, iftira her tarafta. Miletin işi gücü birbirinin kuyusunu kazmak, birbirinin işine karışmak. Birbirini ihbar etmek. Yaşadığımız anarşinin üstüne bir de mahalle baskısı hiç çekilmiyor. Bırakın anneniz babanızı amcanız,dayınız, teyzeniz ,halanız, enişteniz, uzak akrabalarınız, komşularınız hatta bakkalınız bile yaşamınıza karışıyor sizi yönlendirmeye çalışıyorlar. Sizin yerinize onlar karar veriyorlar. Çekilmez bir hayat, çekilmez bir baskı hissediyorsunuz üzerinizde. Ben de artık çekemedim zaten. Bastım Kanada'ya gittim.24 yaşına yeni girmiştim.
Cennete geldim zannettim. Allahım huzuru nasıl özlemişim. Akrabalar yok, komşular, yok, bakkal da hayatımdan çıktı. Birden dünyam genişledi. Ufuk çizgisinin farkına vardım. Sanki etrafımdaki duvarlar yıkıldı. Öyle bir ülke ki insanlar birbirine saygılı, kibar. Bütün dünya birlikte yaşıyor ama kimse kimsenin tavuğuna kışşş demiyor. Kavga yok, döğüş yok, anarşinin "A" sı, mahalle baskısının "M" si yok. Üniversiteler, öğrenciler pırıl pırıl, ne istersen var.
İnananamadım, insanların böyle de yaşayabileceğine inanamadım. O kadar mutlu oldum, o kadar sevdim ki bulmuşa döndüm. Kafam dinlendi, kendime geldim ve tam 10 yıl Türkiye'ye tatil için bile dönmedim. İçimden gelmedi.
İşte böyle sayın seyirciler 20 yıl yaşadım Kanada'da. 14 üncü yılda evlendim. Eşim Yasemin benimle 6 yıl Kanada'da yaşadı. O da Kanada'yı tanıma fırsatı buldu. Bambaşka bir yaşam tarzının ve anlayışın, farkına vardı, anladı.
Kızımız doğunca, köklerini, ailesini, ana vatanını tanısın diye herşeyi bırakıp 1990 yılında Türkiye'ye kesin dönüş yaptık. İçmeler'e, Marmaris'in dışında çok güzel bir ev inşa ettik, herkesten uzak. İnsanlarla güzel ama mesafeli bir ilişki kurduk. Kendimizi mahalle baskısından, dedikodudan, iftiradan uzak tuttuk. İşimize odaklandık. Harikalar yarattık. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan Marmaris'te Kanadalılar gibi yaşamaya özen gösterdik. Başarılı da olduk. Mahalle baskısının kapımızdan içeri girmesine izin vermedik.
Hani derler ya kadınlar için " bir erkeğin kadını" diye. Ben de bir kadının erkeğiydim. Yaşamımda biri olduğunda, başka biri hiç olmadı. Hani bir türkü vardır "gözdür alemi gezen, gönül bir ilen olur" diye. Aynen öyle işte. İnsanlara bir şey beklediğimden değil sevdiğimden baktım, ilgi gösterdim. İçimi ısıttıklarından gülümsedim. Onlara sarıldıkça hayata saruldım. Onlar beni sevdiler ben de onları. Ama gönlüm hep bir ilen oldu
Gönlü en güzel olanla.
Türkiye'ye kesin dönüş yaptıktan sonra olsun, eşimi kaybettikten sonra olsun, ne dedikodulara, ne asılsız senaryolara ne iftiralara, ne yakıştırmalara ne varsayımlara aldırış ettim, ne de inandığım yoldan döndüm. Beni o pisliğin içine çekmeye kimsenin gücü yetmedi.
Çünkü doğru yaşamayı öğrenmiştim, biliyordum. Çünkü kim olduğumu, ne yaptığımı biliyordum.
Yaşamımın dümenini kimselere bırakmadım.Verilecek hesabım da yoktu.Hala da yok.Öyle işte...