SAKARYA SAVAŞI, SURİYE SAVAŞI…
14 Eylül 2019 Cumartesi 12:01
13 Eylül 2019, Sakarya Savaşı’nın 98. Yıldönümü idi. Bu yıl Polatlı’daki Dua Tepe’de bir tören yapılmış ve bazı yöneticiler bu zafer nedeniyle bazı kısa mesajlar paylaşmış da olsalar, bunlar 22 gün 22 gece aralıksız süren bu ölüm kalım savaşının önemiyle orantılı değildir.
Bu ilgi yetersizliğini Türkiye gündeminin bu günlerdeki yoğunluğuna versek bile, Sakarya Zaferi, hakkı yeterince verilmeyen bir zaferdir. Sakarya Zaferi’nin anlamı sanki bir yıl sonra kazanılan Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Savaşı’na yüklenmiştir. 30 Ağustos kesin sonuçlu bir zafer olmakla birlikte Sakarya Savaşı da milletin kötü talihinin döndüğü bir savaştır.
Bugünkü büyük siyasi ve ekonomik sorunlarımızın üzerini bir hamaset cilası gibi kullanmamak şartıyla bu savaşlar, karşılaşılan yenilgiler ve başarılar, halka anlatılmalı ve bunlardan ders çıkarma yoluna gidilmelidir. Tarihleri ezberleme yöntemi üzerinden yürütülen ilk ve ortaokullardaki sosyal bilgiler derslerinde bile öğrencilerimizin ne kadar bilgisiz olduğunu bir sokak röportajı gösteriyor. Cumhuriyetin hangi tarihte ilan edildiğini bilen nerdeyse çıkmıyor! Sakarya Savaşı sorulsa “Bu da nerden çıktı?” diyecekler.
SAKARYA SAVAŞI’NDA CEPHE GERİSİ
Bu yazımızda 98 yıl öncesine uzanacak ve Sakarya Savaşı’nda cephe gerisinden söz edeceğim.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, içerideki bazı siyasi görüş ayrılıklarına rağmen, Sakarya Savaşı sırasında heyecanlanmayan ve bu heyecanını manşetler ve yorumlarla ifade etmeyen Türk gazetesi yoktur. Yunan işgal bölgesinde Yunan parasıyla yayımlanan bazı paçavralar hariç…
Sakarya Savaşı boyunca o günün haberleşme aracı olan telgraf vardı. Hem Yunan Ordusu, hem Türk Ordusu her gün savaşla ilgili resmî bir tebliğ yayımlıyordu. Bu tebliğler, gazetelere ulaşıyor ve gazetelerin öncelikle birinci sayfalarından bu tebliğleri yayımlıyorlardı. Her iki taraf da kendisini başarılı gösteriyorsa da gazeteciler, bunların satır aralarını da okuyup gerçeği anlamaya çalışıyorlardı. İstanbul basınından bazılarının Ankara’da muhabirleri de bulunuyordu. Yabancı basından Türkler lehine haberler öne çıkarılıyordu.
Savaş boyunca, Yunan ilerlemesinin geliştiği, Ankara’da hükümet dairelerinin Sivas’a taşındığı günlerde bile, Türkiye basını halkın moralini bozacak yayınlardan kaçınıyor, aksine olayları, geleceğe olan sarsılmaz bir güvenle moral yükseltici bir dille veriyordu. Yunanlılar ilerliyorsa bu, onların mezarlarına doğru yaklaşması olarak veriliyordu. Sakarya Savaşı’nın başladığı 23 Ağustos 1921 günü Öğüt gazetesi, bir Bulgar gazetesinden alıntı yaptı: “Zafer Türklerindir.” Aynı gün Tercümanı Hakikat “Rum gazeteleri, müdafaamızdaki şecaati itiraf ediyorlar” diye yazdı. Aynı gazete, başka bir başlığında “İngiliz gazeteleri Ankara’ya yürümek güç diyorlar” cümlesini kullandı.
İNKILAP VE İHTİLAL GÜNLERİ
Hâkimiyeti Milliye, bütün savaş günleri boyunca Anadolu’da yapılan mitingleri “Anadolu galeyan halinde” diyen haberlerle veriyordu. Gene Öğüt’ten Savaşın ikinci günü kullanılan şu cümleyi aktaralım: “Türkler, Avrupalıların dediğinin aksine hasta değildir. Millî heyecan çok yüksektir. Kadınların, çocukların bile savaş meydanına koşmak istedikleri böyle bir milletin inkılâp ve ihtilali elbette muvaffak olacak.” Ya da orduya cesaret veren yazılar, şiirler. Karagöz dergisindeki manzumeden bir kıta: “Aslan ordu zaferini özledim/Gece gündüz haberini gözlerim/Sana dair benim bütün sözlerim/Yunanlıya kılıcını çal da gel/Bursamı, İzmirimi al da gel.” Açıksöz: “Zonguldak’ta bir kız, gelinliğini satarak Hilali Ahmer’ bağışladı. Basma entarisi ile gelin oldu” (25 Ağustos).
Bir savaşta cephe gerisi güçlü ve kararlı değilse, ordu da moralsizdir. Moralsiz bir orduyla savaş kazanılamaz. Çin Devrimci Savaşının Lideri Mao, bu durumu “savaşta silahla insan arasındaki ilişkide önde gelen insandır” diyerek bu gerçeği teorileştirecektir. Bu söz, bir savaşın silahsız da olsa kazanılacağını değil, silahların eşit veya birbirine yakın olduğu durumda savaşın inançlı ve kararlı olan tarafından kazanılacağını anlatır ki Sakarya Savaşı ve genel olarak Türk Kurtuluş Savaşı bunun örneklerinden biridir. Bütün kurtuluş savaşları da öyledir.
Hâkimiyeti Milliye, 26 Ağustos 1921’de şunları başlık yaptı: Türk ordusu, Sakarya kenarında tarihin görmediği bir hamaset ve şecaatle cihat ederken cephe gerisindeki halk, bütün ruh ve himmetiyle onun bu yüce himmetini tamamlamaya çalışmaktan bir an olsun geri kalmıyor. Bütün Anadolu ayakta.”
Gerçekten de gazetelere yansıdığına göre bütün Sakarya Savaşı boyunca halkın meydanlara toplanıp miting yapmadığı şehir ve kasaba kalmamıştır. Bu mitinglerde Meclis ve orduya çekilen telgraflarda kasaba halkının yediden yetmişe toplanmış olduğu, mal ve canlarını vatan için fedaya hazır oldukları ve emir bekledikleri bildiriliyordu. Bu gösterilerin seçim bölgelerine dağılan mebuslar tarafından örgütlenmiş olması akla geliyor ki bu doğal ve gerekli idi.
SAVAŞI ÖRGÜTLEYEN HALK ŞÛRASI
Örgütsüz bir halkın ordusu zafer kazanamaz. Peki, bu nasıl bir örgütlenme ve idare idi? Yakup Kadri İstanbul’da yayımlanan İkdam gazetesinde tam da bu soruya yanıt veriyor: “Büyük Millet Meclisi, demokratik idarenin ruh ve dimağı olan halk şûrası… Hiçbir memlekette, hiçbir çağda, hiçbir demokrasi bu kadar demokratik olmamıştır.” (26 Ağustos 1921). Yakup Kadri’nin bu yargısı özellikle Türkiye tarihi açısından doğrudur.
Sözümüzü kıssadan hisse çıkararak tamamlayalım:
Kurtuluş Savaşı günlerinde, özel olarak da Sakarya Savaşı günlerindeki halkın sarsılmaz inancına, çözülmez birliğine değindikten sonra bir de günümüz Türkiye’nin siyasi yapısına bakalım: Halkın yarısını düşman ilan etmiş, tek bir kişinin yönetimi ele geçirdiği, seçilmiş belediye başkanlarına bile görev yaptırmamaya kararlı, yolsuzluklara batmış bir iktidar. Ve onun idealleri etrafında kenetlenmesine imkân ve ihtimal olmayan bir millet çoğunluğu. Öte yandan bu iktidar da bir savaş yürütüyor… Fakat bu, Kurtuluş Savaşı ile taban tabana zıt bir savaş. Onun politikasını desteklediği farz edilen cephe gerisi, şoven bir iktidar ortaklığının taraftarlarından ibaret. Onun büyük ortağı da çözülme süreci içinde.
Tarihte kurtuluş savaşına önderlik eden ve böyle bir savaşı kazanan sağcı, şoven milliyetçi, gerici bir siyasi kadro var mıdır? Latin Amerika’nın, Çin’in, Vietnam’ın, Kamboçya’nın, Küba’nın, Kore’nin, Cezayir’in, Hindistan’ın ve benzerlerinin sağcıları neredeydi?
Sakarya Zaferi’nin yıldönümünde onu iki cümlelik bir twitle sözüm ona kutlamalarının nedeni Kurtuluş Savaşı ile Suriye Savaşı arasındaki bu zıtlık olsa gerek.