STALİN’İN POSTALLARI ALTINDA
28 Haziran 2017 Çarşamba 12:02
21 Haziran Salı, Budapeşte’de ikinci gün oğlum Işık, “Seni Momento Park’a (Bellek Parkı) götüreyim” dedi. Önce tren ardından otobüsle bir saatlik yol aldıktan sonra bir açık hava müzesine ulaştık. Macaristan’da iktidarda bulunan burjuva Hükümeti, ülkede sosyalist dönemde meydanları süsleyen ne kadar anıt varsa bunları kaldırmaya karar vermiş. Neyse ki bunları parçalayıp atmamışlar. Bir açık hava müzesinde sergilemeye karar vermişler. Diyelim ki Ankara merkezine uzak Temelli veya Bâlâ gibi bir yerde bir müze kurmuşlar. Mimarından da heykelleri öyle yerleştirmesini istemişler ki gezen herkes bunlardan nefret etsin. Mimar, “O zaman da yeni rejimin propagandasını yapmış olurum” diye buna razı olmamış. Heykel ve kabartmaların altına birer kaide koymuş, diplerine yorumsuz açıklamalar içeren plaketler çakmış.
Müzenin adı “Stalin’in Postallarının Gölgesinde.” İçeri biletle giriliyor. Sağ tarafta yüksek bir kaidenin üstünde bir çift kısa çizme görülüyor. 1956 ayaklanmasında komünistler, yıkılacak diye büyük bir Stalin heykelini söküp kaçırmak istemişler fakat heykeli sökemeyince ayaklarına yakın bir yerden kesip götürmüşler. Bu çizmeler, oradan kalmış. Bunun için “Stalin gitti ama çizmeleri duruyor” deniyormuş.
Kapının sağ girişinde büyük bir Lenin, sol tarafta ise Marks ve Engels’in büyük boy heykelleri var. Yuvarlak meydanın çevresine 41 yapıt konulmuş. Bunların içinde yalnız Macaristan’ın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki komünist dönmeme ait heykeller değil, 1919 halk ayaklanmalarını ve o ayaklanmanın lideri Bela Kun gibi sosyalistlerin, işçi kahramanlarının heykel ve kabartmaları var. Burjuva hükümet, yalnız Macaristan’daki Sovyet varlığını değil, iççi ve köylü ayaklanmalarına ait ne kadar sembol varsa bunları başkentten uzaklaştırıp böyle göz ardı bir yere hapsetmiş.
Macaristan Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen ülkelerdendi. Savaşın sonunda Avusturya’dan ayrıldı ve ülkede 16 Kasım 1919’da Cumhuriyet ilan edildi. Türkiye basınının da manşetlerine yansıttığı gibi Almanya ve Avusturya gibi Macaristan’da da halk ayaklanması başladı ve 21 Mart 1919’da Bela Kun başkanlığında sosyalist bir hükümet kuruldu. 27 Mart 1919 tarihli Memleket gazetesi, “Macaristan’da hükümet Amelenin Elinde” diye manşet attı. Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 günü Paris’te Dört Büyükler denen İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD, bu ihtilal hükümetini yıkmak için planlar yaptılar. Müttefikleri Romanya’yı kışkırtarak Macaristan’ı işgal ettirdiler. Roman birlikleri 1 Ağustos 1919’da Budapeşte’ye girdi. 3 Ağustos’ta Bela Kun Hükümeti yıkıldı ve Bela Kun Avusturya’ya sığındı. Onun hükümeti başta kalsaydı, Türkiye’nin kurtuluşu için müttefiklerden biri olacaktı.
Lenin’in ceketine elimi sürdüm. “Lenin Yoldaş! Nedir bu başına gelen? Hiç Budapeşte’nin bu ıssız köşesine sürülebileceğin aklından geçer miydi? Uğruna hayatını koyduğun işçi ve köylü davasını yere çaldılar. Nerede yanlışlık yapıldı?” diye sordum. Sanki bana şu yanıtı vardı: “Ben doğru yoldaydım. Elimden geleni yaptım. Kısa süren 1871 Paris komününden sonra emekçilerin iktidarı ele geçirebileceğini kanıtladım. Ama bizden sonra gelenler sosyalizmi yozlaştırdılar. Proletarya diktatörlüğünü parti ileri gelenlerinin diktatörlüğü olarak uyguladılar. Ben kapitalizmin geri gelebileceğini öngörmüştüm. Evet geri geldi. Ama insanlık bundan büyük bir deneyim kazandı. Sınıflı toplum en az beş bin yıllık bir tarihe sahip. 70 yıllık bir uygulama bunun yanında nedir ki? İnsanlık tarihi çok uzun. Büyük insanlığa inancımı kaybetmedim. Gün ola harman ola.”
BUDİN KALESİNDE
Kente döndükten sonra Tuna’nın sağ yanından yükselen kalenin dibindeki uzun yoldan epey yürüdükten sonra asansörle kaleye çıktığımızda şaşırıp kaldım. Ben Kanuni’nin de dibinde askerlerini savaştırdığı yıkık dökük bir kale kalıntısı ile karşılaşacağımı sanıyordum. Oysa burası oldukça geniş bir müze kent. Kale restore edilmiş. Burada katedraller, saraylar, çeşitli müzeler var. Hangi birini gezeceksin, ayaklarıma kara sular inmiş! Kültür ve sanat festivalleri burada yapılıyor ve haftalarca sürüyormuş. Her taraf turist kaynıyor. Kaleden Budapeşte’nin fotoğraflarını çektik.
Akşam yemeğinden sonra oturup bira içebileceğimiz bir yer aradık. Açık mekânlar dopdolu. Sanki bütün Budapeşteliler gece dışarıda yiyip içiyor! Bunların yarısından çoğunun kadın olması dikkat çekiyor. Macar kadınları bizim kadınlarımıza göre her bakımdan çok rahat. Çoğunun bacaklarındaki şortlar, kasıklarından aşağı inmiyor! Vücutlarının açıkta bıraktıkları kısımlar, örttüklerinden daha fazla. Tek tük pantolon giyenler de onu şurasından burasından yırtmışlar! Beyaz benizleri, narin bedenleri ile Slav kadınlarını andırıyorlar. Son otobüsle eve dönerken önümüzde oturan iki kadından biri bana göz kırptı. Ben de hatırını kırmamak için yalnızca gülümsemekle yetindim. Bunu hemen yanındaki arkadaşına haber verdi. Bu kez ikisi birden hararetle el salladılar. Otobüsten inince de pencerenin camına yaklaşarak birer öpücük gönderdiler…
Kimsenin elinde gazete görmedim. Bizdeki gibi cep telefonuna bakan çok. Metro istasyonlarında yatak serip yatanlara rastladım. Biri Çingene olduğu anlaşılan, diğeri yaşlı ve zayıf iki dilenci gördüm.