Gündem Gazetesi

TUNA BOYLARINDA SIRA SELVİLER

27 Haziran 2017 Salı 11:14

Ellerinizden öperler, benim iki mahdumdan birisi yedi yıldır yurt dışında dolanıp duruyor. En son doktorasını yeni alacağı Macaristan’da eğleniyor. Bir hafta sonra Belgrad’a geçecekmiş. “Baba, ben burada iken bir gel de sana Budapeşte’yi gezdireyim” deyip duruyordu.

Sonunda ben de bu fırsatı kaçırmamak için apar topar, 19 Haziran pazartesi sabahı Pegasus uçağıyla Ankara’dan ayrıldım. Sabiha Gökçen Havaalanından Budapeşte yolcusu oldum. Gidiş dönüş uçak ücreti olarak 750 TL. verdim.

Kanuni’nin ve Yeniçerilerinin aylarca at sırtında ve yürüyerek aldıkları yolu İstanbul’dan iki saatlik bir uçuştan sonra alarak Macaristan’ın tek havaalanına indiğimde beni bir sürpriz bekliyordu. Işık beni karşılamaya yarım saat gecikmişti. Şu tedbirsizliğe bakın ki, telefonum dışarıda ses vermiyor. Üstüne üstlük oğlan’ın bende İsviçre’de kalırken kullandığı telefon numarası var. Elimde adres de yok! Ankara’ya eşime telefon edip Işık’a ulaşması için telefon edeceğim bir Türk aramaya başladıysam de bulamadım. Danışmayı falan ararken Işık göründü. Oğluşumla kucaklaştık ve başkente önce otobüs, ardından Metro yoluyla ulaştık.

Budapeşte kentinin Tuna’nın iki yakasında kurulmuş Buda ve Peşte kentlerinden oluştuğunu duymuş olmalısınız. Buda eski bir kent ve arkasını bir tepeye dayamış. Peşte ise (Macarlar Peşt) diyorlar) ovada, daha sonra kurulmuş. İkisini birbirine bağlayan altı uzun köprü var. Bunlardan en orta yerde olan Margit köprüsünü yürüyerek geçmeye başladık ki “Tuna Tuna dedikleri bu mu?” dedim. Gözüme düşündüğümden küçük göründü. Meğer bu Tuna’nın yarısıymış. Nehrin bin yıllarca taşıdığı toprakla tam ortasında Margit adası oluşmuş. Tuna’nın yarısı da öte taraftan akıyor. Nehir, on binlerce yılın verdiği bir yorgunlukla fakat emin adımlarla Karadeniz’e doğru sessiz, sakin yol alıyor.

Macaristan, Türkiye’nin yedide biri kadar büyüklükte bir Orta Avrupa ülkesi. Hem geçmişte hem bugün önemli bir şehir olan Budapeşte’nin nüfusu bir milyon 600 bin kadar. Burada hepi topu üç günüm geçecek. Nerelerini, nelerini görmeliyim? Aklımda sokaktaki Macarlarla konuşup hal hatır sormak, belli başlı müzelerini, bir öğretmen örgütünü, bir okulu gezmek, pazaryerinde fiyatlara bakmak, bir gazete idarehanesine girip basın hayatı hakkında bilgi almak. Daha neler neler?

Önce Deak Meydanı’na gittik. Diğer caddelerdeki gibi binalarının her birinin ayrı bir kişiliği olan Andraşi Caddesinden geçip Kahramanlar Meydanı’na ulaştık. Burada Macaristan tarihinin kahramanlarının anıtları var. Fakat hangi tarih, kahramanlar kimler, birbirine karışmış. Çünkü Macaristan’ın karışık bir tarihi var. 1989’dan sonra kurulan hükümetler, 1919 Macar Sovyet İhtilalini, 1945 sosyalist devrim, 1956 Ayaklanmasından sonra Sovyetlerin Macaristan’ı işgalini tarihlerinden silerek bunları temsil eden heykelleri kaldırmışlar. Bin yıl önceye dayandırdıkları bağımsızlık hareketlerinin önderlerinden başlayarak yeni bir tarih anlayışında karar kılmışlar. Macaristan’ın kurucusu Aziz İstvan adına yapılan görkemli bazilika bunların başında geliyor. Yahudi Mahallesinde de büyük bir Sinagog var. Bizim oğlan sebzeci, (Vejetaryen) olduğundan beni humusuyla ünlü bir restorana götürdü. Oralarda Mir Restoran, Urfa Kebap ve İstanbul Lokantası gibi bizimkilerin işlettiği lokantalar gördük. Birkaç tane daha varmış. İşletmecilerine selam verdim. Urfa Birecikli olan kebapçı tek başına çalışıyordu. On yıl önce gelmiş ve Macar bir öğretmenle evlenmiş. “Çocuklarına Türkçe öğretiyor musun?” diye sordum. “Bütün gün buradayım. Onlarla eşim ilgileniyor, onun da Türkçe öğretecek vakti yok. Macarca konuşuyorlar” dedi. Söz sırası gelmişken Macaristan’da 1900 kadar Türk varmış, Bunların çoğu da üniversitelerde okuyanlar.

İkinci Dünya Savaşı önsesinde Macaristan’da Almanya taraftarı bir yönetim varmış. Almanlar “Yahudileri öldürün” demişler. Fakat hükümet buna yanaşmayınca Almanlar ülkeyi işgal edip yapacaklarını yapmışlar. Nazi taraftarı başbakanın taraftarları kurdukları bir kiliseye onun heykelini dikmişler, tam karşısında da bu soykırımın anısına halk bir anma mekânı seçmiş. Oraya çeşitli eşyalar, fotoğraflar koymuş. Macaristan’da bir ideolojiler savaşı devam ediyor.

Urfa Kebapçısı dedi ki: “Buraya on yıl önce geldiğimde Macaristan’a gelen ilk Türk olduğumu sanırdım. Sonradan öğrendim ki Türkler burayı 350 yıl önce almışlar.”

Benim zihnimde hep Osmanlı dönemindeki Macaristan var.   Fuat Köprülü Akıncı Türküleri’nde şöyle yazmıştı.

Tuna boylarında sıra selviler 
Tan yeli estikçe sessiz ağlarmış; 
Gül bahçelerinde baykuşlar öter... 

Söğüt dallarında hasta serçeler 
Eski akın destanını heceler… 
Tuna ağlıyormuş bâzı geceler: 
Göğsünde kefensiz şehitler varmış! 

Bozulan bağların üzümü acı; 
Âsî köle kesmiş eski haracı; 
Yine yedi kral giymişler tacı... 
Şahin yuvasını kargalar sarmış! 
 

Osmanlı devletinin bu yemyeşil bereketli ovaları fethetmedeki ısrarları boşuna değil. Altın, gümüş, mal mülk, kadın, ne varsa yağmala. Çocuklarını yeniçeri ocağına yazdırıp Macaristan’a kendi milletiyle savaşmaya götür! Prenslerini yükler dolusu yıllık vergiye bağla. Ne hak, ne hukuk. Gücü gücü yetene bir dönem.

Sonra kitaplardan öğreniyoruz ki bu pis işleri herkes yapmış. En eski adı Panonya olan bu ülkeyi Keltler, Doklar çiğnemiş. Romalıların MÖ 1. Yüzyılda kurduğu egemenlik 4. Yüzyıla kadar sürmüş. Ardından Attila’nın Hunları gelmiş. (Hungarian adı buradan geliyor). 6. Yüzyıldaki Avar istilası 250 yıl sürmüş. Şaman olarak gelmişler, Hıristiyan olmuşlar sonra da Slavların arasında eriyip gitmişler.  Macarlarla Osmanlıların ilk savaşı 1389 Niğbolu, ikincisi 1526’da Mohaç Savaşı. Macar prensleri Osmanlı’ya bağımlı hale gelmişler. Osmanlı egemenliği 1699’a kadar 165 yıl sürmüş. O tarihte de Avusturya yönetimi başlamış. Bağımlılık, büyüme, küçülme, taht kavgaları, köylü isyanları… Hemen bütün diğer ülke tarihleri gibi kanlı, ibret alınacak bir tarih.