TUNCELİ İZLENİMLERİ
28 Temmuz 2017 Cuma 15:30
Türkiye’de merkezlerini görmediğim dört il kalmıştı. Siirt, Şırnak, Osmaniye ve Tunceli. 21-25 Temmuz günlerinde Tunceli’yi aradan çıkardım. Gezme meraklıları için söylüyorum: Başka ülkeleri gezme hevesine kapılmadan önce Türkiye’yi gezip her yerin suyundan birer avuç da olsa için, güzelliklerini, hatta harikalarını görün, insanlarıyla iki kelam edin. Zihniniz açılır.
Hele Tunceli’yi görmek, pek çok şeye bedeldir. Ülkemizin en sarp doğasına ve doğası gibi en aykırı insan yapısına sahip bu ilimizde birkaç gün geçirmek pek çok şeye bedeldir. Bunu anladım.
Anadolu Jet uçağı sizi Esenboğa’dan alıp yaklaşık bir saat içinde Elazığ havaalanında indirdiğinde Vip Tuncelililer minibüsünde yeriniz önceden ayırtılmış değilse Elazığ merkezde Hozat minibüs yazıhanesine gidip oradan yarım saatte bir kalkan minibüse binmek zorundasınız.
Tunceli’ye iki yoldan da gidiliyor. Biri Keban baraj gölünün kıyılarını izleyerek Kovancılar’dan, Perî çayından geçip Tunceli’ye ulaşan asfalt, diğeri Pertek üzerinden Keban baraj gölündeki tekneleri de kullanarak gideceğiniz yol. Birincisi 136 km. ikincisi baraj gölü hariç 75 km. ama daha virajlı ve yeni yol yapımı ile zaman alıyor. İkisi de iki saat sürüyor. Giderken birinci yolu, dönerken ikincisini kullandım.
Kent merkezinin denizden yüksekliği 1014 metre olan, Türkiye yüzölçümünün yüzde 1’i kadar toprakları kapsayan Tunceli ili, 80.000 kadar nüfusu barındırıyor. Bunun 33.000’i il merkezinde oturuyor.
Elazığ üzerinden dönüş de içinde olmak üzere dört gün bu ilde, bir otelde kaldım. Çarşı pazarı dolaştım. Pülümür Çayı üzerinde üç arkadaşla bir otomobil yolculuğu yaptım ve ayaklarımızı suya sokarak onlarla bira içtik. Bazı toplum önderleriyle ve vatandaşlarla sohbet ettim. Kitapçılara uğradım. Kentte çıkan bir gazetede oturdum. Meydanda konser dinledim. Bir gün de Ovacık’a giderek hem Munzur suyunun çıktığı yeri gördüm, hem de Belediye Başkanı ile bir görüşme yaptım.
Okurlarımın gezi izlenimlerimi merakla beklediklerinin farkındayım. Bunu facebookta paylaştığım bir nottan ve üç fotoğrafa gösterdikleri ilgi ve koydukları notlardan anlıyorum.
TERÖRE KARŞI YÜRÜYÜŞ
Tunceli yakınlarında Pülümür deresi üzerinde memleketi olan Gümüşhane’ye giderken PKK tarafından öldürülen Necmettin öğretmen için yapılan bir toplantıda CHP İl Başkanı Ali Rıza Güder’in yaptığı konuşma sosyal medyada büyük ilgi görmüş. Pek çok telefon aldığını söyledi. 21 Temmuz Cuma günü Tunceli Merkezde CHP’nin düzenlediği terörü lanetleme yürüyüşüne yetişemedim. Bu yürüyüşün nasıl geçtiğini ve eyleme kaç kişinin katıldığını birçok kişiye sordum. Yürüyüş için Ankara’dan gelen yedi CHP milletvekilinin akşam il yöneticileriyle birlikte Grand Şaroğlu Hotel’de yemek yediklerini öğrenerek yanlarına gittim. Bir saat kadar oturarak sohbetlerini dinledim. Yürüyüşe 600 ile 1.000 kişinin katıldığını söylediler. Fakat daha sonra konuştuklarımdan hiç kimse bu bilgiyi doğrulamadı. Katılımcıların 40-40 kişi olduğunu, bunun da valilik personelinden oluştuğunu söylediler. “Yürüyüş fotoğrafı ortada” diyorlardı. Peki, Tuncelililer bu yürüyüşe neden ilgisiz kalmışlardı? Gencecik bir öğretmenin suçsuz yere öldürülmesini kınamak gerekmez miydi?
Gözlemlerim doğruysa Tunceli halkının ezici çoğunluğu bu konuda şöyle düşünüyor: “Bu yürüyüş CHP milletvekili Gürsel Erol’un hükümete yaranmak için düzenlediği bir eylemdir. Kim bilir bunun karşılığında kaç ihale alacak! Vali de personeliyle birlikte bu yürüyüşteydi. MHP de yürüyüşü destekliyordu. Tayyip Erdoğan da telefonla Gürsel Erol’a teşekkür etmiş. Tunceli’de sivillerin devlet terörüyle öldürülenler karşısında ses çıkarmaması anlamlı. Ayrıca bu mitinge katılmak cesaret işidir. Köye gittiğinde adamdan bunun hesabını sorarlar…” Öldürülen öğretmenin bir ihbarcı olduğu gibi söylentiler de dolaşıyor.
Yalnız bu olay bile Tunceli’de devlet-halk ilişkisinin ruhen nasıl kopmuş olduğunu gösteriyor. Burada devletin ve devlet partisinin hiçbir toplumsal tabanı yok. Yaşlılar daha çok CHP’li, gençler ise radikal sol örgütleri tutuyorlar.
ÜÇ K.
Eskiden bir Tuncelilinin ne kadar ayrıksı ve resmiyetin değerlerine aykırı bir insan olduğunu anlatmak için, kendileri tarafından da kullanılan bir ifade vardı: Kürt, Kızılbaş, Komünist (3 K). Bu gezimde onların “Kızılbaş yerine “Alevi” kimliğini kullandıklarını gördüm. Kürt olduğunu söyleyen var, fakat Tuncelilerin özellikle il merkezi düzeyinde benimsedikleri kimlik Zaza olmaları. Herkes Zazaca biliyor. Konuştuğum kişilerden biri kadın, diğeri 87 yaşında bir erkek Türkçeyi çat pat konuşabiliyorlardı. Kimileri Zazacanın Kürtçenin bir lehçesi olduğunu, çoğunluk ise ayrı bir dil olduğunu söylüyor. Komünistliğe gelince: Burada herkes onun farklı bir anlayışının mensubu veya sempatizanı.
Belediye’yi ziyaret etmeyi düşünüyordum fakat hükümet HDP Belediye eşbaşkanlarını tutuklamış. Personelin çoğu da görevden alınmış. Şimdi orayı valilik yönetiyor! HDP il örgütünü de şimdi orada kimse yoktur uyarısıyla ziyaret edemedim. Uğradığım KESK de, EMEP de kapalıydı. Mensupları gazete dağıtımına çıkmışlar. Eğitim-Sen il başkanı Fen Bilgisi Öğretmeni Süleyman Güler, 86 KESK mensubuyla birlikte meslekten atılmış. Onunla işlettiği kahvehanenin önünde görüştüm. Atılan arkadaşlarının birkaçı daha çay ocağı açmış. Gerisi tarım, arıcılık gibi işler tutmuşlar. Tunceli’de 1600 eğitim çalışanı varmış. Bunlardan 1200’ü öğretmenmiş ve 1100’ü Eğitim-Sen üyesi imiş. İl çapında hükümet yanlısı Eğitim-Bir-Sen’in üye sayısı 250 kadarmış. Türk Eğitim Sen ve Eğitim-İş üyeleri ise bir kaçı geçmiyormuş.
AKP ve Vatan Partisi’nin burada birer tabelasının bulunduğunu ancak bir tabanlarının olmadığını söylediler. Tanıştığım Vatan Partili biri partiye hâlâ bağlı. Fakat parti yöneticilerinin eleştiri kabul etmediğini, “Türkiye adalette altın devrini yaşıyor” demenin ise vahim bir hata olduğunu söylüyor. Genel başkanın bu konuda bir özeleştiri yapacağını umuyor.
Demokratik Alevi dernekleri Federasyonunun genel başkanı Dursun Demirtaş ile de “Sanat Sokağı” denilen mekânda konuştum. Beşi İstanbul’da, ikisi Ankara’da on şubelerinin bulunduğunu söyledikten sonra Dersim Aleviliğinin Hacıbektaş’ta, Çorum, Sivas, Suriye Aleviliğinden farklı olduğunu anlattı. Dersim Alevileri Pagan geleneklerini devam ettiriyorlar. Sabah güneş doğarken ellerini açıp dua etmeleri, su gözlerinde, büyük ağaçların altlarındaki “Ziyaret” yerlerinde kurban kesmeleri bunun işaretleri.
Burada herkes Alevi ve Zaza olduğunu açıkça söylüyor ama sorum üzerine bunu başka yerlerde söylemekten çekindiklerini de söylediler.
Bu kentin adına ne diyeceğiz? Tunceli mi, Dersim mi?
Kent merkezinin eski adı Mameki. Dersim ise yalnız ilin değil, daha geniş bir coğrafyanın adı. 1937-1938 Askerî harekâtından sonra iki ırmağın buluştuğu yerde bölgeyi denetim altına almak için bir kışla ve bir de cami yapılmış. Haritalarda hâlâ görüldüğü üzere buraya Kalan adı verilmiş. Dersim olan il adı da 1935’te Tunceli olarak değiştirilmiş. Fakat artık Tunceli hem ilin, Hem da il merkezinin adı olarak kullanılıyor. Bu ad resmiyette geçerli. Halk ise Dersimli olduğunda ısrar ediyor. Belediye, sivil toplum örgütleri, esnaf, basın Dersim adını kullanıyor. Belediyeye kayyım atanmasından sonra Belediye binasındaki Dersim adı da kaldırılmış. Yani devlet ve halkın zıtlığı ilin adından başlıyor.
Tunceli, türküde olduğu gibi dağların arasında engebeli bir arazide kurulmuş. Burası, iki yerleşim yerinden oluşuyor. Eski kente “Şehir merkezi” diyorlar. Yeni yerleşim yeri ile kent merkezinin arası epeyce var. 13 bin nüfusu barındıran Tunceli Üniversitesi, valilik, hastane gibi kuruluşlarla modern konutlar Ankara’nın Çayyolu semtinin konumu gibi yerleşime elverişli olan Elazığ yolu üzerinde yer alıyor. İki kısım arasında dolmuşlar gidip deliyor.
Üniversitenin kentin ekonomik hayatına katkı yaptığı fakat kültürel dokusuna olumsuz etkide bulunduğu söyleniyor. Daha çok Doğu ve güneydoğu illerinden öğrenci alan üniversitede kalitenin düşük olduğu, AKP’nin burada örgütlendiğini duydum. Üniversitede beş vakit ezan okunuyor.
Şehir merkezinde üç cami var. Fakat bu camilerde vali ve valilik personeli ile güvenlik personeli namaz kılıyormuş. Cuma günleri vali korumalarıyla camiye giderken geçtiği yollar trafiğe kapatılıyormuş. Hükümet köylere de cami yaptırmış. Fakat hiç kimse camiye gitmiyormuş, camilerin samanlık gibi işlerde kullanıldığını anlattılar. Tuncelililer ölülerini Cem Evinden kaldırıyorlar. Şehirde “çeşitli nedenlerle” ölümler eksik de değil. Ben orada iken her gün cenaze için Cem Evine gidenleri gördüm. Hükümet Necmettin Öğretmeni katleden altı PKK’lının ölü ele geçirildiğini açıklamıştı. Bunlardan üçünün olay yerinden tesadüfen geçen siviller olduğu ve cenazelerinin Cem Evinden kaldırılacağı söylendi. Fakat son anda valilik buna izin vermemiş.
Tuncelililerin de, polis ve askerlerin de güvenli bir ortamda yaşadığı söylenemez. Tunceli’ye girerken araçları durdurup kimlikleri topluyorlar, bunları bilgisayarda sorguluyorlar. Kentin girişinde ayrıca bütün araçların bagajlarına bakıyorlar. Kentin girişindeki levhanın fotoğrafını çekmek istediğimde “Polis kuşkulanır” denmesi üzerine fotoğrafı arabadan çekebildim. Karakolların önüne araçlarla yapılabilecek saldırıların önünü kesmek için beton bariyerler dizilmiş. Yakın zamana kadar, yollarda PKK’lıların da denetim yaptığını anlattılar. Bir görgü tanığının anlattığına göre bu denetimi yapan ekiptekilerden biri kızmış. Yolcuya ne iş yaptığını sormuş. “Yayıncıyım” yanıtına karşılık neler yayınladığını da sormuş, sonra azarlayıcı bir tonla “Kadın hakları hakkında neden yayın yapmadın?” demiş.
PALAVRA MEYDANI
Belediye binasının önünde uzun olmayan bir kaldırım var. Buraya “Palavra Meydanı” deniyormuş. Çünkü eskiden burada devrimciler hem volta atarlar, hem de tartışırlarmış. Palavra Türkçede “herhangi bir konuda gerçeğe aykırı uydurma söz ve haber” anlamına geliyor. Fakat Zazacada daha değişik bir anlamı varmış: “Etkili ve keskin söz.” Şimdi, Tunceli’nin Palavra Meydanı boş. Bütün ülkede olduğu gibi keskin ve abartılı hayallere dayanan devrimcilik orada da dinmiş gibi.
PARTİYA SOSYALİST A KURDİSTAN
Merkezde kocaman kırmızı bir levha gördüm. Partiya Sosyalist A Kurdistan (PSK). Türkçesi ile Kürdistan Sosyalist Partisi. Tunceli ahvalini tam olarak yansıtabilmem için bu parti hakkında da bilgi edinmek amacıyla binanın merdivenlerini çıktım. Odanın açık duran kapısından içeride kalabalık bir grubun oturum düzeninde olduğu görülüyordu. Sekreterin yanına oturarak ilgili olduğu anlaşılan birinden bilgi aldım. 40 kişilik parti meclisinin toplantısı varmış. Resmî merkez Ankara, çalışmalarının fiili merkezi ise Diyarbakır’mış. Başkanlarının adı Mesut Tek, 17 ilde merkezleri varmış. Verdikleri tüzükte PSK’nın “özgürlükçü, yurtsever, demokratik ve sosyalist bir parti” “Kürdistan emekçilerinin, orta sınıfın, köylülerin, dar gelirlilerin, zayıf katmanların, aydınların, özgürlük ve eşitlikten yana bütün kesimlerin partisi” olduğu, Kürt halkının ulusal özgürlüğünü, kendi kaderini özgürce belirlemesinde gördüğü, şiddete karşı olduğu, şiddetsiz bir politik dili ve mücadeleyi savunduğu anlatılıyor. 43 maddelik tüzüğün diğer maddeleri parti organlarının işleyişi ile ilgili. Bername (Program) ise hem Türkçe hem da Kürtçe basılmış. Adındaki “Kürdistan” sözcüğü, eğer Meclis’e girebilirlerse epey sorun çıkaracağa benzer. Çünkü son yapılan iç tüzük değişikliği ile bu kavramı Meclis’te kullanmak yasak.
(Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayayım: Bu iki belgeyi yanımda bulundurmaktan ürkmedim değil. Herhangi bir aramada bunları görür de “Karakola kadar gideceğiz” derlerse, ben meramımı anlatıncaya kadar…)
SEYİT RIZA OLGUSU
Şehir merkezindeki bir meydanda Tunceli İsyanından sorumlu görülüp Elazığ’da asılan Seyit Rıza’nın bir heykeli var. Ziyaretçiler onunla fotoğraf çekiniyorlar. Akşamları gençler heykelin önünde müzik yapıyorlar. Meydan akşamları oldukça kalabalık oluyor. Çevrede el sanatları ve gözleme yapıp satan bir hayli tezgâh var. Seyit Rıza’yı nasıl değerlendirdiklerini sorduğum birkaç kişiden “Ne de olsa bizim toprakların adamı” veya “Onun isyan ettiği doğru değildir. O olay aşiretler arasındaki bir anlaşmazlıktan kaynaklanmıştır” gibi yanıtlar aldım. Tunceli’de herkesin ailesinin geçmişinde yaşanmış bir acı var.