YUVAYA DÖNÜŞ BAYRAMI
12 Aralık 2017 Salı 10:13
Bizim meşhur Sarıkız’ın ikisi erkek üçü kız beş bebeği olduğunu bilmeyen yoktur… Günümüzde kalabalık bir aile geçindirmek kolay mı? İki aylık olduklarında ve sütten hemen hemen kesilmişken “Sahibinden satılık bedava kedi yavrusu” ilanıyla resimlerini yayımladım. Duyanlar birbirlerine haber verdiler. İlk dördünü, teker teker, yatılı okula çocuğunu gönderen anne babalar gibi, içimiz yana yana gönderdik. Gene de evin içinde koşturarak, türlü yaramazlıklar yaparak, gece yatağımızın üstünde hoplayıp zıplayarak bize can yoldaşı olan Sarıkız ve en sevimli, ötekilerden biraz çelimsiz ve mazlum bakışlı kızı bize kaldı.
Aradan bir hafta geçti. Evden son çıkan Kıroğlan’ın sahipleri, yavruyu geri vermek istediklerini bildirdiler. Neymiş, Kıroğlan’ın evde girmediği delik, çıkmadığı yer kalmamışmış! Hatta yatak odasına bile giriyormuş! Bunlar evin asıl sahibinin kedi olduğunu bilmiyorlar. Kedinin “Yat” deyince” yatacağını, “kalk” deyince kalkacağını sanıyorlar. Biz zaten yavruları “muhayyer” olarak vermiştik. Bir akşam, Kıroğlan yuvasına geri döndü ve anasıyla kız kardeşine kavuştu. Koklaşmalarını, oynaşmalarını, birbirlerini yalamalarını görmeliydiniz…
Derken burnunun ucunda küçük siyah bir leke olduğu için “Karaburun” adını taktığım en küçük kızımıza talipli çıktı. Gözyaşlarımızı içimize akıtarak onu bir sabah sepete koyduk ve boğazımıza düğümlenen kelimelerle “Bahtın açık olsun kızım!” diyerek yeni yuvasına yolcu ettik.
Her bir yavruyu alan kişilerle haberleşiyor, yeni yerlerine alışıp alışmadıklarını, mamalarını yiyip yemediklerini soruyorduk. Benim sevgili yavrum, çocuk diliyle “Kayabuyun”um acaba ne yapıyordu? Doğrusu aklım fikrim ondaydı. İlk gün, yeni evinde kaloriferin altına girmiş, oradan çıkmamış. Mama da yememiş. Kedidir, gittiği mekânı ve insanları önce yadırgar, sonra yavaş yavaş alışır dedik. İki aylıkken aldığımız Sarıkız’dan biliyoruz.
Ertesi gün yeniden telefonlaştık. Kayabuyun gene saklandığı yerden çıkmamış, verilen yiyecekleri yememiş! Demek ki alışması biraz zaman alacak… Fakat üçüncü gün de aynı haberleri alınca, gurbet hastalığına tutulmuş, yemeden içmeden kesilmiş küçücük bir kız çocuğu karşısında bir anne baba nasıl duyarsız kalamazsa, bizi bir kaygıdır aldı. Kızımızı geri istemeye karar verdik ve durum karşısında üzüntülerini belirten ev sahibi de bunu kabul etti.
Üçüncü gün akşamıydı, “Kayabuyun” önce Kızılay yakınlarına getirildi ve arabanın işinde birkaç saat bekletildi. Sonra eşim gidip onu aldı. Sepetinden çıkarıp kucağına almış. Yavru tir tir titriyormuş! Bir süre sonra titremesi geçmiş, eşimin kucağına kıvrılıvermiş. Ne de olsa orada kokusu var.
“Eve geldiğinizde sepeti açmadan bana seslenin. Bu kavuşmanın nasıl olacağını merak ediyorum” diye tembihlemiştim.
Çağırdıklarında üst katta bilgisayardaki yazımı olduğu gibi bırakarak aceleyle salona indim. Sepetin kapağını aştım. Benim sevgili “Kayabuyun”um kısa bir şaşkınlık geçirdi. Sonra buranın kendi yuvası olduğunu fark edip sepetten zıpladı. O sırada annesi ve aynı gün doğdukları halde ondan iri olan ağabeysi kokuyu alp koştular. Önce burunlarından birbirlerini kokladılar, sonra birbirlerini yaladılar. Bu üç günlük ayrılık onlara bir yıl gibi gelmişti anlaşılan. Anne ve kardeş, askerden, hapislikten veya yatılı okuldan gelmiş bir evladı karşılayan anne ve kardeşin coşkusuyla, Kayabuyun’u da aralarına alıp salonda koşuşturmaya başladılar. Kayabuyun, eskiden girip çıktığı her deliğe giriyor, her eşyayı kokluyor, bunların tanıdığı kokular olduğunu anlıyor, sevinçten yerinde duramıyordu. Salonda bir süre böyle gezip tozduktan sonra, orta kata koştular.
Ben küçücük Kayabuyun’u anlamaz mıyım? Ön dört yaşımda yatılı okula gittiğimde başta annem olmak üzere, evim, ailem, köyüm nasıl da gözümde tütmüştü! Benden üç yıl sonra aynı okula gelen Ayhan da aynı duyguları yaşadı. “Ah diyordu, köyüme bir gidebilsem, eşeğin bokunu yemeye, razıyım. Beni algun (bok) kuyusuna atsalar razıyım!”
Böylece evde gene üç kişi oldular. Mutlu bir aile olarak yaşayıp gidiyorlar, bizi de mutlu ediyorlar… (10 Aralık 2017)
Fotoğrafta Sarıkız (sağda), kızı Karaburun (ortada) ve oğlu (solda)