Bu kadar yıllık demokrasi mücadelesinden sonra Türkiye’de siyasi ve sosyal hayatın tek sesli olması beklenemez. İktidarın Meclisiyle, basınıyla, adalet ve eğitim sistemiyle tek tip bir toplum yaratma projesi ve uygulaması başarısızlığa mahkûmdur. Türkiye’de tek bir etnik grup, tek bir din ve mezhep, tek bir sınıf bile bulunsaydı, bu mümkün olmazdı. Bugünkü uygulama çağ dışıdır ve ne yazık ki Türkiye böyle bir denemeyi yaşamak zorunda kalıyor. Tek adamın tekli rejimini adım adım yerleştirmek için sistemli bir çaba içinde olan iktidar odağının yaptıkları muhtemeldir ki demokrasi birikiminin verdiği mücadele azmiyle çok geçmeden aşılacak ve Türkiye, yaşadıklarından dersler çıkararak daha iyi bir yönetim sistemini kuracaktır.
Bugünkü gidişe karşı seslerini yükseltenlerin sınıflarını orta ve küçük burjuvazi, kol vefa emekçileri olarak sıralayabiliriz. Bunların ideolojik ve politik görüşlerini ise Atatürkçüler, demokratlar, liberaller, sosyal demokratlar ve sosyalistler olarak nitelendirmek hatalı sayılmaz. Yönetimdeki kliğin uygulamalarından zarar gören bazı muhafazakâr ve İslamcı kesimlerin de bu cephede yeri olduğunu son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görmüştük.
Bu cephe içinde Atatürkçülerin önemli bir yeri olduğu, politik söylemlerden, gazete yazılarından, mitinglerde atılan sloganlardan anlaşılıyor. Sloganlar içinde en anlamlı olanı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözüdür. Toplum adeta Tayyip Erdoğan’ın askeri ve Mustafa Kemal’in askeri olmak arasında tercih yapmak zorunda kalmış gibidir.
Ancak bu “Mustafa Kemal’in askeri” olmanın ne anlama geldiği, topluma nasıl bir gelecek vaat ettiği açıklığa kavuşmazsa bugünkü tek adam rejiminden kurtulduktan sonra toplumu yeni bir handikap bekliyor demektir.
Günlük hayatta karşılaştığımız, kendisine Atatürkçü diyenleri anlıyorum ve onlarla ortak bazı yanlarımızın bulunduğunu görüyorum. Biliyorum ki onlar Atatürkçülükle modern bir yaşamı kast ediyorlar. Dinin devlet düzeni haline gelmemesini, kız çocuklarının da okutulmasını, karma eğitimi istiyorlar. Peki sonrası?
Atatürk, Sivas Kongresinden sonra Türkiye’nin siyasi hayatına damgasını vurmuş bir tarihsel kişiliktir. TBMM Başkanlığı ve başkomutanlığından sonra 1923’ten 1938’e kadar 15 yıl tek başına rejimin belirleyicisi olmuş. Görevi ondan devralan İsmet İnönü de 1950’ye kadar 12 yıl daha onun öngördüğü sistemi uygulamıştır. Daha sonraki iktidarların da 2002’ye kadar Atatürkçülüğü reddettikleri söylenemez.
AMA HANGİ ATATÜRK?
Atatürkçülüğü sola yani emekçi kitlelere karşı burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir set olarak anlayanlar, bağımsızlık ilkesini de rafa kaldırmışlardı. Bunu her yere Atatürk heykeli dikerek bir bayram ritüeli haline getirerek on yıllarca sürdürdüler. Attila İlhan 1970’lerde Cumhuriyet’teki yazılarında Atatürk’ün eksik ve yanlış anlatıldığını belirterek onun özellikle antiemperyalist söz ve davranışlarını öne çıkarıyordu. Bu yazılarını “Hangi Atatürk?” adlı kitabında topladı.
Yakın tarihe eleştirel bir gözle bakan Taha Akyol ise Hürriyet’teki yazılarında, Attila İlhan’ı eksik bularak, Atatürk’ün çeşitli dönemlerde farklı politikalar uyguladığını anlattı ve bu tutumu “Ama Hangi Atatürk” kitabına isim oldu. Gerçekten Atatürk’ün gerçekçi bir biyografisi gözden geçirildiğinde onun farklı dönemlerde farklı şeyler söylediği ve uyguladığı görülecektir. Bunu ona zorlayanın o andaki kuvvetler dengesi, kendi politik gücü ve toplumun yapısı olduğu ortadadır.
NASIL BİR GELECEK VAAT EDİYORLAR?
Fakat acaba, Atatürkçülerimiz Atatürkçülükten ne anlıyorlar ve nasıl bir gelecek vaat ediyorlar? Türkiye’de sınıfların olmadığını ile sürmek, bu nedenle hem Ceza Kanununun 141-142. Maddeleriyle hem de fiilen ve şiddetle sınıf mücadelesini yasaklamak, sosyalistleri işkencelerden geçirip hapislerde çürütmek de Atatürkçülüğe dâhil mi? Atatürkçülükte siyasi partiler serbest midir? Seçimler 1946’ya kadar olduğu gibi iki dereceli mi olacaktır, yoksa tek dereceli mi? Milletvekillerini tek bir kişi mi belirleyecektir? Yasa tasarılar Melis’te hemen hemen oybirliği ile mi onaylanacaktır? Halk sınıflarının fikir ve örgütlenme özgürlüğü var mıdır? Milli gelir nasıl paylaştırılacaktır? Bağımsız yargı ve hâkim güvencesi Atatürkçülüğün neresindedir? Kürt politikasında 1930’larden hangi bakımdan farklılık olacaktır? Sokakta Kürtçe konuşanlardan para cezası almak Atatürkçülük açısından nasıl bir uygulamadır?
Sorularımızın muhatapları bu konuda açıklama yapsalar iyi olur? Bunlar yapılmadıkça günümüzdeki tek adam rejimiyle mücadele de sahte olur ve başarıya ulaşamaz. Başımızdaki adamlar, taşıdıkları kültür bakımından tam zıddını uygulasalar da yönetim biçimi olarak “Ne itiraz ediyorsunuz? Biz de sizin geçmişte yaptığınız gibi memleket idare ediyoruz” deseler haksız olmayacaklardır. Zaten ara sıra hatırlatmaktadırlar.
O nedenle, Atatürkçülerden bu “Atatürkçülüğün” içinde ne olduğunu açıklamalarını istemek hakkımızdır. Kuru gürültüye getirip bu soruları soranlara olmadık suçlamalar yöneltmek hiç de ikna edici olmaz.
Demokratlar ve sosyalistler geçmişe eleştirel bir gözle bakarlar. Atatürk döneminin tek parti rejimini eleştirel bir süzgeçten geçirmedikten sonra halka umut aşılamak mümkün değildir. Düşünce sistemini kilitleyen kişiye tapma kilidini kırmadan zaten devrimci de, aydın da olunamaz.
İpek Çalışlar’ın yeni yayımlanan Mustafa Kemal Atatürk Mücadelesi ve Özel Hayatı 1881-1927, (İstanbul, Eylül 2018, Yapı Kredi Yayınları, 559 sayfa) kitabı bu konudaki çabalardan biri sayılabilir.