NERELERE GELDİK, NASIL GELDİK, NELERİ UNUTTUK, BU ÖMÜR NASIL GEÇTİ, GEÇİYOR?
BİZE NE YAPTILAR? BİZ NE YAPTIK KENDİMİZE.
Kızımız Bahar çok güzel bir çocuktu.( hala güzel) kocaman kocaman gözler, kıvır kıvır saçlar çarşının sevgilisiydi. O günler turist sezonu açıldığında deliler gibi çalışırdık karı koca. Çocuklar da birbiriyle oynardı. Zavallılar esnaf çocukları olduklarından saatleri, uyumaları, yemeleri içmeleri normal çocuklara benzemezdi.
Bizler için de zordu. Bir yandan uzuun saattler çalışır, bir yandan çocuğumuza sahip çıkmaya uğraşırdık.
Herhalde Bahar üç yaşlarında falandı. Bir gün geldi " Baba ben arkadaşıma gidiyorum" dedi. " Kim kızım, arkadaşın nerede oturuyor" diye sordum. "Şu sokağın sonunda ki taş bir evde" diye cevap verdi. Barlar sokağını işaret etti. Ben " hangi ev" diye sorunca kızdı. " Baba bilmiyor musun önünde incecik saplı mor minik çiçekler olan taş ev. Hatta o minik çiçeklerin içinde sarı minik benekler var. Hiç mi görmedin?" dedi.
Boynumu büktüm" hiç farkında olmamışım güzelim özür dilerim" dedim. Sarıldım
öptüm
, utandım.
Gelelim ikinci öyküye;
Marmaris çarşısı'nın ara sokaklarından birisine açtığımız mağazamızın yakınlarında, eski ve dökülen bir evde yaşayan, Gülüş isimli bir kız çocuğu vardı.
Yoksul bir çocuktu Gülüş. İncecik yüzünün iki yanındaki gamzeleri iyice ortaya çıkaran gülümsemesiyle bu ismi hakikaten hak etmişti. Çok zeki ve sıra dışı bir çocuktu.
Bir öğleden sonra, bir ağacın altında bir şeyler izlerken gördüm Gülüşü. Beni fark etmedi. O kadar dalmış gitmişti ki. " Hayrola Gülüş, burada ne işin var" diye sordum. Önce gülümsedi. Sonra sol elinin işaret parmağını dudaklarına koyarak "sus" işareti yaptı ve fısıltıyla" Ben her gün buraya gelir uğur böceklerini seyrederim" dedi. Dikkatle eğilip ağacın dibindeki çimi ucundan kaldırdı. Hakikaten de çimin altı uğur böcekleriyle doluydu. Bir müddet hayranlıkla uğur böceklerini seyrettik birlikte hiç ses çıkarmadan. Sonra " gözlerini gözlerime dikip yüzünde biraz hayret etmiş, biraz ayıplamış bir ifadeyle" Sen hiç buraya gelip uğur böceklerini seyretmiyor musun" diye sordu Gülüş . Bense utanarak, " Hayır Gülüş, ben burada uğur böcekleri olduğunu bilmiyordum ki" dedim.
" O zaman sen barlar sokağı'nın sonundaki taş evin önünde ki incecik saplı, içlerinde minik sarı benekler olan mor çiçekleri de hiç görmemişsindir" dedi.
Bir yer yarılıp içine girmediğim kaldı.
"Kopmuşsun lan sen dünyadan, hayatın kaymış" dedim kendi kendime.
Şimdi bunları yazarken bile utanıyorum.
Nerelere geldik, nasıl geldik, neleri unuttuk, bu ömür nasıl geçti, geçiyor
Bilmiyorum ki...
Bize ne yaptılar? Biz ne yaptık kendimize?