Benim ezber bozan yazılarım karşısında şaşkına dönen bazı okurlar “Sen her şeyin tersini savunmakla mı görevlisin?” diye soruyorlardı.
Çünkü onların ezberleri ve otoriteleri vardı. Onlar hakkında düşünmek, onları eleştirmek olacak iş değildi! Milyonlarca insanın bir dogma olarak adeta taptığı bir kişi veya görüşü irdelemek deli işi olmalıydı!
İster deliliğe vurulsun, isterse başka bir ad konulsun, benim gerçekten de böyle bir huyum var. Herkese de hararetle tavsiye ederim…
Otoriteye boyun eğmeyin!
Tarihte önemli roller oynamış, toplumu ilerletmiş kişiler ve düşünceler vardır. Bunlara saygı duymak doğaldır. Ancak otoriteye boyun eğmek bu değildir.
Otoriteye boyun eğmemek, eleştirel düşünme yöntemini kazanmakla mümkündür. Otoriteye boyun eğmeyenler daha iyi bir hayat özlerler. Daha iyi bir hayata, otoriteye boyun eğmemekle, yeni arayışlarla ulaşılabilir.
Elbet şu fikir karmaşası ve siyasi keşmekeş içinde benim de savunduğum bir taraf var: Emeğiyle yaşayan, buna rağmen ezilen "Büyük insanlık." Zaten onu savunabilmek için onun karşısındaki otoritelere karşı çıkmak gerekiyor.
Tarihten örnek verecek olursak, Bilimin kaydettiği ilk dinsel önderlerden biri olan Musa, Mısır firavunlarının otoritesine boyun eğseydi, İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarıp yurtlarına getirebilir miydi? İsa, Roma egemenliği atındaki Filistin’de kokuşmuş bir düzene itiraz etmeseydi, yeni bir dinin kurucusu olabilir miydi? Ya Hazreti Muhammet? Onun zamanında da Mekke’de otorite sayılanlar vardı ve bunların tanrıları Kâbe’de sıra sırsa dizilmişti. O çağının ihtiyaçları içinde bunlara itiraz seslerini yükseltti ve sırf otoritelere biat etmediği için Mekke’den kaçmak zorunda bırakıldı.
Marks kapitalizme, Lenin hem kapitalizme, hem emperyalizme, Mao, Çin halkının iliğini sömüren emperyalizme ve toprak ağalığına itiraz etti. Hiçbiri bir önceki otoritelerin yaptıklarını ve söylediklerini aynen tekrar etmedi. Onları donmuş birer kalıp olarak tekrarlasalardı, hiçbiri düşüncede ve düzende devrim yapamazlardı. Ya Darvin’in yaptığı? Hücumlara aldırmayarak bilim tarihinde çığır açtı.
Gelelim günümüz Türkiye’sine: Milyonlarca insanın söz söylemediği, kimseye de söyletmek istemediği otoriteleri var. Bu otoritelerin başında Atatürk gibi tarihsel kişilikler, günümüzde siyaset yapan önderler, bazı yazarlar, sanatçılar ve tabii tarikat liderleri var.
Bir otoriteye kayıtsız şartsız boyun eğmek, insan zayıflığının bir sonucudur. İnsan aklını kalıba sokan ve onun özgür düşünmesini engelleyen bir tutumdur. Bir otoriteye biat etmek insanı küçültür ve hiçleştirir.
Devleti elinde tutan sınıf, başta “devlet” kavramı olmak üzere tabular yaratır ve başta eğitim olmak üzere çeşitli yollarla sürekli bunu halka şırınga eder. Böylece kitleleri aptallaştırır. Şimdi başımızda olanların yaptığı gibi.
Evet, biat etmek aptallaşmaktır.
Kurulu düzene ve onun otoritelerine karşı aklın özgürlüğünü savunmanın sınıfsal bir temeli vardır. Tevfik Fikret’in dile getirdiği ve Atatürk’ün ondan alarak tekrarladığı “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmak, feodal Ortaçağ değer yargılarına ve otoritelerine karşı aklın özgürlüğünün manifestosudur, Hayatta bu ilkeyi yol gösterici saymak gerekir. Kapitalist burjuva değerlerine boyun eğmemeyi de kapsamak üzere…
İnsanların kafasındaki düşünceler paketi, hemen hemen yaşadığı çağla sınırlıdır. Din kurucuları olsun, ideoloji yaratanlar olsun, beş yüz veya bin yılların sonrası için kural koyamazlar. Özgür düşünen insanların hayalleri de elli, yüz yıl sınırlarının ötesine geçemiyor. Ancak o döneme giden yolları açmak için de otoritelere itiraz edebilen, yeni şeyler söyleyen insanlara ihtiyaç var.
Engizisyon papazlarının söylediğine kalsaydık, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü öğrenemeyecektik…