30 YAŞ BLUES

Güven KARABENLİ

Yıl 1976, resepsiyon müdürü olarak çalıştığım 1350 odalı, 65 katlı Toronto Sheraton Otelinde ki son günlerimde kulağıma, Türkçe konuşmalar geldi. Resepsiyonun önündeki kalabalığa dikkatli bakınca iki çocuklu genç bir karı-kocayı fark ettim. Çocuklardan üç yaşlarında olan oğlan sürekli babasının elini çekiyor ve minnacık vücudunu sağa sola çevirerek ondan bir şeyler istiyordu. Diğer çocuğu kucağında tutan kadıncağız ise o kadar yorgun görünüyordu ki, sanki arkasındaki duvara dayanmasa yıkılacak gibiydi. Ne konuştuklarını işitmek için iyice kulak kabarttım. Kadının kocasına çocukların ve kendisinin çok yorgun olduklarını, başka bir otele gidecek enerjileri kalmadığını, “Ne olursa olsun, kaça mal olursa olsun artık bu otelde kalalım” dediğini duydum. Adamcağız ise ümitsizce, direnişinin sonuna gelmiş bir ses tonuyla “Ama sevgilim bu otel ne kadar pahalıdır biliyor musun” diye itiraz etmeye çalışıyordu.

Kuyrukta ki sıra onlara gelince resepsiyonda ki kıza onlarla benim ilgileneceğimi söyleyip, başka bir müşteriye yönlendirdim. Sonra bu değişikliği anlamaya çalışan adama elimi uzatıp Türkçe kendimi tanıttım. Gülerek merak etmemelerini, Türkçe konuştuklarını duyduğumdan, kendilerini benim aldığımı, çok iyi bir indirim yapma yetkim olduğunu ve onlara en güzel odalarımızdan birini olabilecek en ekonomik bir fiyata verebileceğimi söyledim. Birden yüzleri canlandı; ne yapacaklarını, ne diyeceklerini şaşırdılar. Çok yorgun olduklarını bildiğimden; otele girişlerini çabucak tamamlayıp, anahtarlarını verdim. Servis kaptanlarından birini yanlarına katıp onları çok rahat süit bir odaya yolladım. Biraz sonra da telefon açıp geceliği 250 dolar olan odanın fiyatının onda birini, sadece 25 dolar ödeyeceklerini bildirdim. Ayrıca odalarına çocuklar için resim kağıtları, boya kalemleri, bir meyve tabağı, kendileri içinde bir peynir tabağı, bir şişede şarap gönderdim.

Ertesi sabah otelden ayrılmadan bana uğradılar; çıkışlarını bizzat ben yaptım. Ayrılırken o kadar duygulanmışlardı ki, dokunsam ağlayacak gibiydiler. Kucaklaştık, çocukları kucağıma aldım öptüm. Ben de duygulandım.

Sonra bir hafta daha kaldım ama bir işe yaradı diye sevinerek Sheraton’a veda ettim. Yakın arkadaşlarımın” Yahu sen deli misin? Kış ortasında bu karda, tipide, hem de yalnız başına binlerce kilometre araba kullanılır mı? Kendini öldürmeye mi niyetin var?” sorularına, ikazlarına rağmen arabama binip 3000 km uzaklıkta ki Alberta Bölgesine doğru yola çıktım.

Evet, belki de kendimi öldürmek istiyor, kutup köpeklerinin salyalarının buz tuttuğu bir zamanda, tehlikenin tam göbeğine gidiyordum. 30 yaşına girmiştim. 10 yıldır Türkiye’den, arkadaşlarımdan, akrabalarımdan uzaktaydım. Bütün değer ölçülerim değişmişti. Artık ne istediğimi, nasıl hissettiğimi bilmiyordum, kaybolmuştum.

Ama yaşadım işte!..

Meleklerimi seviyorum.