'Kelime Sihirbazı’olarak ün yapmış Yazar, Şair ve Şarkıcı Ülkü Gözen Stewart; “Cem Yılmaz’a Satır Dolusu Duman!” yazısında Cem Yılmaz’ın 23 Şubat’ta Washington D.C.’deki gösterisinde kendilerine kurucusu bulunduğu Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. adına onur belgesi ve kavuk takdim edeceklerini belirtiyor.Sırası gelmişken söz edeyim bendeniz de İngilizce olarak kaleme aldığım “The Stories of Nasreddin Hodja “ kitabımla Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. tarafından Onur ödülü almıştım.
Bu arada Sevgili Ülkü’nün 7.Romanı Am’’erika” pek yakında Kitapçı raflarında okurlarını bekliyor,
Editörlüğünü benim yaptığım bu Romanda Ukrayna’da yetişmiş, “Erika Azadi” adlı Ürdünlü ünlü bir oyuncunun, Amerikan vatandaşı olabilmek uğruna yaşadığı ilginç olaylar anlatıyor.
CEM YILMAZ’A SATIR DOLUSU DUMAN!
Sevgili Cem Yılmaz; let me tell you something! Ofisinin girişinde, duvarda asılı çerçeve içerisinde bir yelek varmış. Bu yelek de senin ilk sahne kıyafetin imiş. Sene 1979. “Nasrettin Hoca” olmuşsun. Sen, Nasrettin Hoca ile başlamışsın. “Buralara” dediğin yere sonra düşmüşsün!.. İlkokul birinci sınıfta iken annen dikmiş bu yeleği sana; sen yedi yaşında iken…
Ben, Ülkü Gözen Stewart… Amerika’nın South Carolina eyaletinde yaşıyorum. Sizler de ABD’ye gelme hazırlığı içerisindesiniz. Ben ve eşim James Oğuz, Nasrettin Hoca Foundation U.S.A.’nin kurucularıyız. Vakfın içeriğini ve amacını “sakal@fikirsanat” adresinize resmî hâli ile daha önce yollamıştık. Sizlere ulaşabilmek için karı-koca tepinir olduk desem yeridir. “Abi, sana nasıl ulaşabilirim? Dumanla mı?” Dumanla bile belki daha kolay olabilir diye düşünmeden edemedik. Ya da derine nüfuz etmenin yolunu mu bulsak? Yazmışız işte, da! Well’hasıl, ulaşamıyoruz-ulaşamadık! Şu anda “Ulaştın işte!” dediğini işitir gibiyim! Gibisi fazla; işittim bile! Sana, şimdi buradan yazıyorum ama ulaşamadığımı ifade ettiğim öncesinde, prosedüre ya da saygıya ya da racona uyarak, sektör içerisinde tanıdıklarıma ve menajerine ulaşmaya çalıştık. Sakal@fikirsanat adresinize konumuzu dile getiren bir e-mail gönderdik. Edep-usul içerisinde yine sağdan soldan araştırdık-soruşturduk ancak sonuç; sıfıra sıfır, elde var sıfır! Sen, bir değersin! Muhteşem bir mizahşörsün! Ve hayattasın! Yaşayan bir değersin! Yakın zamanda büyük bir değerimiz olan sevgili Ferdi Tayfur’u yitirdik! Artık yok! Ardından yer yerinden oynadı! Değerlerimizin, yaşarken kıymetleri bilinmeli! Değerlerimiz, onlar henüz hayatta iken onore edilmeliler!
Bir hatırlayalım: Tulûat sanatçısı dendiğinde akla gelen ilk isim şüphesiz ki oynadığı filmlerde çoğunlukla Nasrettin Hoca karakteriyle özdeşleştirilmiş bir orta oyuncumuz olan ve “Halk Komiği” tanımlamasıyla yıldızlaşmış bir halk komedyeni, İsmail Dümbüllü olacaktır. İsmail Dümbüllü, hocası Kel Hasan Efendi’nin, orta oyunu temsil eden kavuğunu ve tulûat sanatını temsil eden fesini devralarak bu iki sembolü 1968 yılında Münir Özkul’a devretmiştir. Bu iki sembol, Türk tiyatro oyuncuları arasında geleneksel bir törenle aktarılmaya devam etmektedir. Şimdi let me tell you başka’thing: Sevgili Cem Yılmaz, sana söylüyorum, bu satırları okuyan her bir kişi; sizler anlayın! Orta oyuncuları, izleyicilere bir şeyler anlatırken aynı zamanda onları güldürmeyi amaçlayan kişilerdir. Bugünün deyimi ile tulûata, o zamanın stand-up’ı da diyebiliriz. Münir Özkul’dan bu yana kavuk, sırasıyla Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin ve Şevket Çoruh’a devredildi. Geleneksel bazda özüne bakıldığında, Ferhan Şensoy’dan sonra kavuk geleneğinin layığı ile ilerlemediği kanâatindeyim. Şu anda Kadıköy Meydanı’nda kavuğun kimde olduğu birkaç kişiye sorulsa, birçok kişinin buna yanıt veremeyeceğine dair eminim! Kavuk, sende olmalıydı! Ammaa!.. Eğer ki bu, zekâ yoluyla insanları hem güldürüp hem onlara mesajlar verme şablonu içerisinde bir gelenekse, maalesef ki bu amaca ulaşılmadı! “Kavuk” diye geleneksel olarak devredilen bu sembol, aslında bir bayrak! Elden ele geldi fakat geldiği son elde ne yazık ki finish line’a varamadı; bitiş çizgisini maalesef geçemedi ve orada kaldı. Benim analizim bu.
Türkiye’nin yüzde onunu bir yana bırakıyorum ancak Cem Yılmaz olarak sen, Türklerin yüzde doksanını, zekânla güldürerek toplumun bütün hareketlerini, kültürünü, sosyal yaşamını, cinselliğini, siyasetini ve daha birçok şeyini iyi bir şekilde filtreden geçirip izleyiciye öyle bir veriyorsun ki; bir yandan insanları güldürürken, bir yandan onları hem uyandırıyor hem de onlara çok şey öğretiyorsun. Bu, çokça bir zekâ işi! Cem Yılmaz, sen “down to earth” birisisin. Amerika’da öyle derler. Yani alçak gönüllü! Nasıl ki Nasrettin Hoca, “Keramet kavukta ise…” deyip başındaki kavuğu karşısındaki adamın başına geçirmiş; işte senin de duruşunla demeye getirdiğin aynen bu: “Marifet eğer kavuktaysa, benim kavuğa zaten ihtiyacım yok. Al, kavuk senin olsun!” Yani bu kadar da alçak gönüllüsün. Sen, kendisini çoktan ispatlamış bir komedyensin. Bugün kalkıp da birisi Nasrettin Hoca’ya bir şey diyebilir mi; diyemez! Sen de yirmi birinci yüzyılın Nasrettin Hocası’sın ve sana ödül vermek sadece sembolik bir şey olur! Dünden bugüne hâlâ bizim Nasrettin Hoca’yı okuduğumuz gibi, bugünün nesli gibi gelecekteki nesiller de seni izleyecek! Nasrettin Hoca hikâyeleri derin mesajlar barındırıyor; Nasrettin Hoca, göle maya çalıyor ve “Ya tutarsa!” diyor! Onun bu mesajı, umut barındırıyor. O, burada bir nevi umudun açılımını yapmış. Göl gibi bir suyun içerisine maya çalıyor ve oradaki adam “Hoca, Hoca!.. Göl, hiç yoğurt tutar mı?” diye sorunca Hoca da “Ya tutarsa!” diyor. İşte bu yüzdendir ki sen de tıpkı Nasrettin Hoca gibi düşündürücü anlatımlarınla kişilere yol açan mesajlar vererek, izleyicinin hem beynine hem kalbine hitap eden, sevilen bir orta oyuncususun. Ve; sembolik de olsa bundan sonraki kavuğun gideceği yeri de bu disiplinin içinde olan bir komedyen olarak sen tespit etmelisin! Çünkü günümüz toplumunda senin sağlam bir yerin var. Hani, “Benim tahtıma ben oradayken oturma!” diye mizahi bir sloganın var ya; o seviyeye gelme, bu işin profesörü olma liyakatını tespit edebilecek kritere sahip olan kim; sensin Cem Yılmaz! Ammaa; seni de buraya taşıyan kim; halk! Halkın, ilk önce gönlünü kazandın sonra da beynine işledin. Halk dedi ki; “Sen beni mutlu ediyorsun. Sen beni güldürüyorsun. Sen beni düşündürüyorsun.” Sen de bakacaksın ve “Hee..” diyerek; “Şu X kişi, halkı güldürüyor ve düşündürüyor. Şu X kişi, halkın büyük bir kitlesini peşinden sürüklemeye başladı. Halk, bu X kişiye değer veriyor.” Sen bu kanâati getirdikten sonra o X kişiye, “Tamam kardeşim, şimdi sen bu noktaya geldin! Halkın büyük sevgisini kazandın. Al bakalım; bu bayrağı, sen devam ettireceksin!” diyerek bu noktada Kuzey Yıldızı olmuş olacaksın! “Gladiator” filminde kralın dostlarından biri, seçtiği gladyatörlerden bir tanesi ile konuşurken, “Wind the crowd and you will wind the freedom.” diye nasihat etmişti; “Kalabalığı kazanırsan, özgürlüğü kazanırsın.” Benim anlatımımdaki kalabalık, halk. Halkı kazanacak olan da sanatçı. Halk, sanatçının arkasındaysa, o sanatçı zirvededir.
23 Şubat’ta Washington D.C.’de gösterin var. Nasrettin Hoca Foundation U.S.A. kurucuları olarak özen ve hevesle size takdim etmekten onur duyacağımız onur belgesi ve kavuk için senden ve ekibinden ricamız, değerli zamanınızdan bize bir dilim ayırmanız. Biz, vakıf olarak; hayata gülümseyen, güldüren ve gülmek isteyen herkese yakınız.