Ben Aydınlıkçı İken-1: NEDEN AYDINLIKÇI OLDUM?

Zeki SARIHAN

Bu konuyu yazmam farz oldu. Vatan Partisi’nin politikalarını eleştirdiğim yazılarıma, sosyal medyadan verilen bazı yanıtlarda “Sen de uzun yıllar bu partiye hizmet etmedin mi?” diyenler olduğu gibi benim İşçi Partisinde yöneticilik yaptığım, ayrıldığım partinin Vatan Partisi olduğu yolunda notlarla karşılaşıyorum. 

İnsanın kendi geçmişini gözden geçirmesi çok doğal, hatta gereklidir. Fakat bu yazıda değineceğim konular yalnız benim değil, Aydınlıkçı hareketin geçmişine de kısmen olsun ışık tutacaktır. 

Bir kitap boyutunda ele alınabilecek bu konuda, peş peşe beş yazı paylaşacağım. Amacım İşçi Partisini eleştirmekten çok kendimi ifade etmektir. Yazılarımı okuyanlar belki de tartıştığım konularda İşçi Partisini haklı göreceklerdir… 

Aslını inkâr edene “haramzade” derler. Ben bir sosyalistim ve sosyalist olarak kalmaya kararlıyım. İşçi Partisi de bir zamanlar sosyalist bir partiydi. Bu nedenle sosyalist olduğu dönemler için söylersem, eski bir Aydınlıkçı olmaktan gurur duyuyorum. 

Öncelikle belirteyim ki, İşçi Partisine 1998’de üye oldum ve 2011 yılında bu partiden istifa ettim. Parti aynı zamanda beni ihraç etti. İhraç işlemine itiraz etmedim çünkü ondan ayrılmaktan son derece memnundum ve derin bir nefes aldığımı söyleyebilirim. Çünkü uzun süredir partinin izlediği politikalardan rahatsızdım ve bunları dile de getiriyordum.

NEDEN AYDINLIKÇI OLDUM?

Fakat şimdi epey gerilere gitmek ve ne zaman ve niçin Aydınlıkçı olduğumu anlatmam gerekiyor.

Ben 1960 ihtilalinin açtığı toplumsal patlama yıllarında 1961-1962 yıl aralığında kendimi sosyalist saymaya başladım. Aynı zamanda Atatürk devrimcisi idealist bir öğretmen adayı idim. Atatürkçülüğümün nedeni Atatürk’ün bağımsızlık savaşının önderi ve modern bir devletin başında bulunmuş olması idi. Herkes gibi aldığım resmî eğitim de bunu telkin ediyordu. Sosyalist olmamı ise bir köylü çocuğu olarak halkın büyük çoğunluğunun geçmişte ve o tarihlerde nasıl ezildiğini, yoksul bırakıldığını görmem olacak. Demokrat Partiye oy veren bir aileden geldiğim halde aldığım eğitimin gereği olarak CHP sempatizanlığından Türkiye İşçi Partisi taraftarlığına geçmem uzun sürmedi. 

1964’te 20 yaşında ilkokul öğretmeni olduğum zaman halkın dertlerini dert edinmekle birlikte, sosyalizmin temelinin sınıf mücadelesi olduğunu ve emekçilerin iktidara gelerek sınıfsız bir toplum kurmaları gerektiğini tam olarak kavramış olduğum söylenemez. Kurtuluşu, devrimci aydınlar tarafından halkın kültürel olarak aydınlanmasına bağlayan klasik görüş çok yaygındı. Ben de ateşli bir köycü olmuştum. Köyümde bir kitaplık açmaya öncülük ettim. Bir kalkınma derneği kurduk. Köylerde kooperatifler kurmak gibi çabalara giriştik. 

1967 sonbaharında Gazi Eğitim Enstitüsü’ne kaydolduğum zaman artık hem hükümet organları tarafından hem arkadaşlarım tarafından sosyalistliği tescil edilmiş bir delikanlı idim. Gerek okulda, gerek gençlik içinde katıldığım ve temsil ettiğim kurumlar beni siyasi olarak olgunlaştırmakla birlikte, 1968 hareketini temsil eden sosyalist odaklar arasında gidip geldiğim oldu. TİP taraftarlığım devam ederken Millî Demokratik Devrim düşüncesi yaygınlaşıyordu. Ben bu düşünceyi benimsediğim zaman onlar da Kırmızı ve Beyaz Aydınlık olarak ikiye bölünmüştü. Doğu Perinçek’in başında olduğu Beyaz Aydınlık değil, Mahir Çayan ve arkadaşlarının başında bulunduğu Kırmızı Aydınlık bana daha çekici geldi. Onların birkaç toplantısına katıldım. Kurtuluş dergisinin ilk sayısında “Okurlarla Sohbet” yazısı bana aittir. 

1970’te Gazi Eğitim’den mezun olup Milas’ta Türkçe öğretmenliğine başladığımda Kurtuluş gazetesini toplu olarak getirterek bir gencin elden satmasını sağladım. Sol ve Bilim ve Sosyalizm Yayınlarından getirtiyor ve kurduğumuz kitap kulübünde okunmasını sağlıyordum.  Ama 1970’lere doğru artan bireysel maceracılık olarak gördüğüm adam kaçırma, şehir gerillacılığı gibi hareketlere karşı idim. O tarihlerde Aydınlıkçıların çıkardığı İşçi Köylü, Hikmet Kıvılcımlı’nın Sosyalist dergilerini de alıyordum. 

1971’de hem bakanlık emrine alındığım, hem gözaltına alınıp tutuklandığım tarihlerde herhangi bir grubun üyesi değildim. İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nda üç ay tutuklu kaldıktan sonra Mamak Cezaevine nakledilmemden bir süre sonra tercihimi yaptım. Şaban İba’nın temsil ettiği Dev-Genç grubunun komününe girdiysem de aynı koğuşta kaldığımız Aydınlıkçıların tutumları ve görüşleri bana daha çekici geldi. Bunun nedeni Aydınlıkçıların (O zaman PDA’cılar Proleter Devrimci Aydınlıkçılar) deniliyordu) Maceracı eylemlere, 12 Mart Muhtırası’na karşı çıkmaları ve devriminin halk kitlelerinin eseri olması gerektiğini söylemeleriydi. PDA’cıların 1973’te mahkeme karşısında yaptıkları savunmada, Türkiye tarihini kitlelerin mücadele tarihi olarak sunmaları ve resmî tarihe de cesurca meydan okumaları,  benim için bir sıçrama noktası oldu.

HALKIN MÜCADELESİ TARİHİNE BAĞLANMA

Yalnız gruptaki arkadaşların Çin Komünist Partisi hayranlığını garip karşılıyordum. Öyle ki ÇKP’nin Politbüro üyelerinin adlarını ezbere sayabiliyorlardı! Türk Kurtuluş Savaşı’na ilgi duymam bu süreç içindedir. Bizim devrimimiz Türkiye halkının mücadelesine dayanacağına göre, bu mücadelenin başarıya ulaşmış en büyük eseri, Kurtuluş Savaşı değil miydi? Yeni mücadelelerimizden ondan çıkarılacak dersleri arayıp bulmalı değil miydik? Kurtuluş Savaşında köylülerin, gençlerin, kadınların, öğretmenlerin ve başka kesimlerin mücadelelerini not ediyordum. Bunların bir kısmını ileriki tarihlerde ayrı ayrı kitap haline getirecektim. 

1974’te Af Yasası’yla Cezaevinden çıkınca artık bir Aydınlıkçı idim. Bu siyasi kimliğim 37 yıl sürdü. Ancak o yıllarda yasadışı TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) yerine kurulan TİKP (Türkiye İşçi Köylü Partisi)ne ve onun devamı olan Sosyalist Partiye üye olmadım. Bunun nedeni, bu partilerin hâlâ yarı-legal partiler olarak çalışması ve üyelik önerisinde de bulunmamaları idi. Sanırım Partinin çok dar bir kadrosu vardı. Ayrıca ben, düşüncelerimi özgürce ifade edebilmek için parti disiplini altına girmek istemiyordum. Bunda ne kadar haklı olduğum, partiden ihraç işlemiyle anlaşıldı. Parti yönetimine en ufak bir eleştirisi olanların nasıl partiden atıldıkları bir sürü ihraçlarda görüldü. Partide yalnız genel başkanın dedikleri oluyordu ve partililer onun görüşlerini hemen ezberliyor ve körü körüne savunuyorlardı. Bu durum halen devam ediyor. (1 Haziran 2022)

 Sonraki yazı:  AYDINLIKÇILARIN ÖĞRETMEN KOLU

zekisarihan.com