Canım efendim, gül peygamberim! Besmelesiz günlere kaldık. Sonumuz hayrola inşallah! Bismillah!
Şikayetnamedir bu, ol cana. Halimizi beyan edip itizar diliyorum bütün insanlar adına. Özrümüz kabahatimizden büyük amma affedilmek umudu var o kapıda. Ol kapı düşkünlerin, perişanların, pejmürdelerin, mecnunların da kapısıdır. Ol kapı el açan, kalben dua eden, inanan ve inandığını yaşayanların umududur. Ol kapı rabbe açılan kapıdır. Girmeniz gerek; tokmağı, zili yok. Suyun üzerindeki gül yaprağıdır, yanaktaki tebessümdür, kalpteki noktadır. Arzımız var gül peygambere, aşkımız, şevkimiz... Muhammedim, gül peygamberim sana çıkmayan ömür boşu boşuna yaşanılmıştır. Sana bakmayan göz, gözlüğünden utanmıştır. Sesini duymayan kulak Allah aşkına kulak mıdır?Aynı havayı teneffüs etmeyen ciğer, ciğer midir şimdi?
"Âmine hatundur onun annesi,
O sedeften doğdu O dürdanesi" diyor ya Süleyman ÇELEBİ ne de güzel söylüyor ne de asırlara düşecek kadar kalıcı söylüyor. Sevdasını bütün asırlara imzalıyor, bütün dillere doluyor, bütün kalplere aşkediyor. Canım efendim, gül peygamberim! Senin uğruna dökülmeyen gözyaşını neyleyim? Sana yanmayan kalbe kalp mi derim, sana yönelmeyen yola yol mu derim? Akıl sana çıkmıyorsa, kalp sana atmıyorsa, fikirler başka başkaysa, dildeki terennümler seni anlatmıyorsa nafiledir.
“Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin,
Bülbül hamuş, havuz tehi, gülistan harab” Öyle bir mevsimine denk geldik ki bu alemin her şey ters yüz olmuş. İnsanlık evvela, güzellik, zarafet, ahlak, erdem... Say say bitmez. Tükeniyoruz günbegün, elimiz ayağımıza dolanıyor, aklımız dilimize takılıyor, gönlümüz heva olana meylediyor. Bu bir şikayetnamedir, bir durum ifadesidir, bir hal tercümesidir. Perişanız da farkında değiliz. Harabız da bunu idrakten gafiliz.
Canım efendim, gül peygamberim! Gül bahçesi sensiz gülsüzdür. Bülbüller sensiz suskundur. Su Kasidesi dahi bilinmiyor, Mevlidi Şerif nedir anlamıyor kimse? Öyle bir vakte erdi ki ömrümüz ne desem dolu değil! Baharda akan coşkun seller gibi başımızı oradan oraya vurarak boz bulanık akıyoruz. Yatağımız belli değil, kavuşacağımız okyanusumuz belli değil!
Bugün bu dakika sana her zamankinden daha fazla ihtiyacı var insanlığın. Daha dün Kars'ta bir küçük evladımız tecavüze uğrayıp öldürüldü. Allah korkusu yok insanlarda, zulüm geçer akçe olmuş bu dünyada. Ahlak sadece beş harften oluşan bir sözcük olarak kalmış lügatlerde, yaşama dair uygulamalarda yok billah! Mısır'da 529 kardeşimiz idama mahkum oldu. Sesimiz kısıldı her nedense, sustuk, dut yemiş bülbül bile bizden daha geveze görünür oldu bu olay karşısında. Hamile kadınlar çocuklarını doğurduktan 2 ay sonra idam edilir denildi. Onların adaleti sadece kendileri içindir mazlumlar için değildir, ispatlandı adeta. Suriye'de abluka altındaki yerlerde insan etinin yenmesi için dahi icazet alındı. Ekmek yok, su yok, ilaç yok, yok da yok. Bu duruma şahit olan dünya yok, insan yok! Burma'da Müslüman olan canlı canlı yakılarak öldürülüyor. Kimsenin yüreği dahi yanmıyor. Din adına sahte işler yapılıyor. Hacılar hocalar manevi yönden değil de maddi yönden zenginleşiyor. Efendiler hanımefendiler koltuk için dünyaya ait olana meylediyor. Boğazımıza kadar dünyaya batmışız da haberimiz yok. Bir lokma bir hırka diyen nesli masal kahramanı olarak görüyoruz bugün. Milyon elbise, ayakkabı, kap kacak, üst baş, ev araba, makam mevki derdiyle o kadar hoşuz ki Fuzuli lisanınca el çek yaramdan tabip diyoruz. Dünya malı eteğimize yapışıp kalıyor ve adeta bizleri gölge olana mıhlıyor. İç karartıcı, mide bulandırıcı, zihin karıştırıcı bir vakte girdik. Değerler alt üst oldu, edep kalktı göç eyledi bizim illerden, sular kirlendi, ekmekler bozuldu, insanlar insanlıktan çıktı.
"Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor... Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!" Ebu Leheb ölmedi yaşıyor: Suriye'de, Burma'da, İsrail'de, Mısır'da... Savaşlar çıktı, katliamlar yapıldı, cinayetler işlendi. Betondan ağaçlar sardı şehirleri, kanalizasyonlar su diye aktı, hayvanlar katledildi. Emanet olarak aldığımız bu dünyayı evrenin en büyük yüznumarasına çevirdik. Kırdık, kestik, çizdik, bozduk, yaktık, yıktık. Düşünmedik hikmetini bir günlük kelebeğin, bir otun vazifesini anlamadık, bir böceğin varoluşunu çözemedik. Alemin özü olan insanın yaradılış hikayesini dahi kavrayamadık.
Canım efendim gül peygamberim. Sana her zamankinden daha fazla ihtiyacı var alemin. Bir hurma tanesi dahi ballı lokma tatlısıydı. Tahinli pekmezli günler tükendi bugün. Acılı yakıcı yemekler var. Tenler karaydı ama kalpler nurluydu asrı saadette... Bugün tenler beyaz ama kalpler kara
hem de kapkara! Fikirler katran, hisler zift... Canlar gidiyor yok yere, heba oluyor şehirler, talan ediliyor insanlık. Hiç bu kadar aleni olmamıştı kasaplık! Şikayetim var alemden, zamane Fuzuliyim bende.
"Gel, ey Muhammed, bahardır / Dudaklar ardında saklı / Âminlerimiz vardır / Hacdan döner gibi gel / Mi’râc’dan iner gibi gel / Bekliyoruz yıllardır!" Gel canım efendim, gül peygamberim! İnsanlığımızdan utanıyoruz açlıktan ölenleri görünce. Zulme uğrayanlara şahit olunca Müslümanlığımızdan utanıyoruz. Herkesin dilsiz olduğu yerde avazımızın çıktığı kadar bağırıyoruz: "Mümin Müminin kardeşidir." diye. Coğrafyası mühim değil, dili, rengi... "Mümin Müminin kardeşidir."
Gel!
Gürhan GÜRSES
STDM Aktivisti