İzmir Kitap Fuarının iki gününde dostlarla buluştuktan sonra bir günlüğüne Çeşme’ye gitmeye karar verdim. Bunun nedeni, Çeşme ilçesini gezmek değildi. Burayı 1980 başlarında görmüştüm. Gerçi aradan geçen bunca zaman içinde Çeşme de çok değişmiş olmalıydı, gezip görmekte elbette fayda vardı ama asıl neden orada akrabaları yerlerinde görmekti.
Bu akrabalar, benim Kumru ilçesinin Aşağı Fizme köyüne 1950 başlarında gelin giden Ayşe halamın üvey oğlundan birinin çocukları olmalarıydı.
Halamın kocası Fahri Efendi (Saygı), geniş topraklara sahip olmamakla birlikte, köyün muhtarı ve hâkimi idi. Köyde bir suç işlendiği zaman cezasını kendisi verir, kimse onun sözünden dışarı çıkamazdı. Onun Tek Parti dönemindeki bu otoritesi, Demokrat Parti döneminde de sürdü.
Fahri Efendinin önceki halamdan önceki eşlerinden doğan oğullarından biri İsmet’ti. Ağabeyim Erol’un akranı ve arkadaşıydı. Geçmiş ilişkilerimizi hatırlatmak için şu örneği vereyim: Onların ilkokuldan mezun oldukları yıl ben o zaman bucak merkezi olan Kumru İlkokuluna başladığımda, sırtımda İsmet Ağabey’in önü yamalı soluk önlük vardı ve o yıl Fizme’nin Karapınar Mahallesinden Kumru’ya gidip gelerek okudum.
FİZME’DEN ÇEŞME’YE
İsmet Ağabey, önceki yıl Çeşme’de çocuklarının yanında öldü. Oğulları, dedesinin adı verilen Fahri ile Metin ve Doğan yıllardır Çeşme’de inşaatçılık yapıyorlar. Plaj işletmeciliği gibi işleri devar. Karadeniz insanı, dişiyle tırnağıyla çalışıp gittiği yerde tutunup kök salıyor. Çocuklarını okutuyor. Çeşitli mesleklerde üst sıralarda yer alıyorlar.
Bu durum her şeyden önce Türkiye sosyolojisinin son 50-60 yılda nasıl değiştiğini göstermesi açısından anlam taşıyor. Köyler gene yerlerinde duruyor. Oralarda bir miktar köylü de yaşıyor fakat o nüfusun büyük çoğunluğu kentlere aktı ve artık oralarda gecekondularda da yaşamıyor.
HANGİNİZE MİSAFİR OLAYIM?
Dedesinin, yani benim eniştemin adını taşıyan Fahri’ye, bir gün ve gece için Çeşme’ye gelmek istediğimi telefonla söyledim ve hangisinin beni konuk edebileceğini sordum. Çeşme’ye gidip bir otelde kalmak mümkün olduğu, kendileriyle dışarıda görüşmem mümkün olduğu halde ben zaten akrabalarımı evlerinde ziyaret etmek istediğim için bunu sormaktan çekinmedim. Fahri, beni İzmir’e gelip alabileceğini söyledi. Otobüsle gelebileceğimi söylediğim halde “Elde otomobillerimiz varken seni otobüse bırakmayız” dedi. ve Fuara kadar gelip beni aldı ve bir saat beş dakikada Çeşme’ye ulaştık. Altın Yunus Oteli’ne yakın evlerine indik. İnşaatçı evi, hele bu konularda biraz usta ise saray gibi oluyor. Duvarlarla çevrili ve bazı meyve ağaçlarının bulunduğu çimenli bir bahçe, keyif çatılacak bir kameriye, geniş bir salon… Fahri’nin orada tanışıp evlendiği bir göçmen kızı olan eşi Ayşe’nin yaptığı nefis yemekler…
Beklendiği gibi eski günlerden, eski insanlardan, yani ortak yanlarımızdan söz ediyoruz.
Ertesi sabah kardeşleri, mimar oğlu İsmet ve İsmet’in eşi Tuçe sabah kahvaltısına geliyor. Kahvelerimizi içtikten sonra Fahri beni telefon ekranından Hollanda’da akademisyen oğlu Alkın’la görüştürüyor. Öteki oğlu Altuğ, iki gün önce askere gitmiş. Onu Manisa’da birliğine teslim ettikten sonra memlekete gitmeyi planlarken sırf beni konuk etmek için bu yolculuğu erteleyip Çeşme’ye dönmüşler.
Tahmin edileceği gibi memleketin hâllerinden de konuşuyoruz. Saygı ailesi, Çeşme’ye geldikleri tarihlerde MHP’li bilinirken şimdi CHP’li imiş. Hatta Mimar İsmet, son seçimde Çeşme Belediye Meclisine de girmiş. Belediye başkanını kutlamak için ona benim beş altı yıl önce İzmir Fuarından aldıkları kitaplarımdan Benim Hapishanelerim’i götürmüş. Belediye başkanı Lal Denizli’den benim için bir randevu almak istedi fakat o gün CHP’li belediyeler Ankara’da Parti genel Merkezinde bir toplantıda imişler. Ben de ona iletilmek üzere Kurtuluş Savaşı Kadınları kitabımı imzalayıp verdim. Aile, benim maceramı ve ideolojimi, biliyor. “Hollanda’daki Alkın’ın da “benim gibi” olduğumu söylüyorlar. Telefon görüşmesinde bunu fazladan bir memnuniyet sebebi olarak kendisine hatırlatıyorum.
URLA ÇARŞISI VE ÇEŞME KALESİNDE
Eşim Ankara’dan telefon ederek, oralarda iken Urla’da Daruşşafaka’da kalmakta olan Ankara’dan arkadaşımız Meral Özaygen ve eşi Tuna’yı ziyaret etmemi istiyor. O günkü nöbet Doğan’da. Fahri, oraya götürmek üzere yanımıza bir poşet fındık da koyuyor. Çam ormanı içinde, kuş seslerinin eksik olmadığı Daruşşafaka’nın bahçesinde ziyaretimizi yaptıktan, kurum hakkında bilgi aldıktan sonra Urla’ya geçiyoruz. Kent içinde bir tur attıktan sonra “Malkaça” (Malın fiyatı ne) adı verilen Pazar yerinde, bir çınarın dibindeki kahvehanede çay içiyoruz. Çarşı içinde otantik iki sokağı da gören köşedeki çeşmeden de birkaç yudum içiyor ve fotoğraf çektiriyorum.
Çeşme’ye döndüğümüzde görmek istediğim yer Çeşme kalesiydi. Deniz kıyısında bu muhteşem yapı aynı zamanda müze. İçinde Rusların burayı 1770’te zapt ettikleri Osmanlı donanmasını tamamen yaktıkları savaşın anılarını temsil eden objeler konulmuş.
Akşam yaklaşmıştı ve Ankara otobüsü saat yedide kalkacaktı. Bu nedenle Doğan’ın evinde eşi Selma’nın yaptığı Fahri ve eşinin de katıldığı nefis sofra başında toplanıp erken bir akşam yemeği yiyoruz. Beni otobüse kadar götürüp yolcu ediyorlar.
Akrabalarınızla bağlarınızı koparmayın. Kopmuşsa yenileyin. Bu size güç verecektir. (29 Nisan 2024)
zekisarihan.com