İdlip olayları:
İdlip olayları:
DİLİMİZDE TÜY BİTTİ…
Zeki Sarıhan
İdlip’te olayların kızışması üzerine önceki akşam yeni bir yazı kaleme almak için bilgisayar başına oturduğumda, yeni acı haberi aldım. Gece boyu haber kanallarından olayın doğrusunu ve ayrıntılarını öğrenmeye çalıştım. Sabah oldu, felaketin boyutu büyüdü. Gene mutsuz bir akşama ulaştık.
Bütün yurttaşlar, ülkemizin yönetimi ve geleceğimizle ilgilenmek zorundayız. Görüşlerimizi dile getirmek de en doğal hakkımızdır.
Yeni bir yazı yazmak yerine beş yıl önce paylaştığım yazıyı yeniden paylaşmanın en doğrusu olduğunu düşündüm. Daha başka yazılarımda da konuya kaç kez değinmiştim. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti... (28 Şubat 2020)
*
NE İŞİN VAR SURİYE’DE, IRAK’TA?
Suriye’nin ve Irak’ın iç işlerine karışmayı iş edinen iktidara bu soruyu doğrudan doğruya sormak zorundayız: “Irak’ta ve Suriye’de ne işin var?”
Bu soruyu ancak milletlerin barış içinde bir arada, her milletin kendi vatanında hür ve bağımsız yaşamasını isteyenler sorabilir. Bu soruyu sorabilen insanlardır ki kendi yurtlarının bağımsızlığını ve milletlerinin özgür yaşamasını güvence altına alabilirler. Yoksa kendileri de kuvvetli bir devletin koltukları altına sığınmayı, zillet içinde yaşamayı kabul ediyorlar demektir.
Çünkü sen kendin için ne istiyorsan, başkaları için de onu istemek zorundasın.
Suriye’de rejim muhaliflerini eğitirken, onlara silah ve cephane yardımı yaparken, Irak’ta bir üs peşinde koşar ve o memleketin topraklarını bombalarken empati denen bir şey yapmıyorsun demektir.
Yarın ülkede senin iktidarına karşı ayaklanan gruplara büyük devletler ve komşuların silah yardımı yaparlar, hatta senin iktidarını yıkmak için uçaklarını Türkiye üzerinde gezdirir, keşif yapar, topraklarını bombalarsa ne cevap vereceksin?
Zararın neresinden dönülse kârdır. Bu saatte hükümetin derhal yapması gereken şey, güney sınırlarının ötesindeki bütün askerî ve sivil elemanlarını geri çekmek, bu bölgede çarpışan emperyalist ülkelerin ve mezhepçi güçlerin herhangi birisinin yanında yer almaktan kesin olarak vazgeçmektir.
Türkiye bu badireden başını ABD’nin çektiği Koalisyon Güçlerinin veya Rusya’nın yanında yer alarak çıkamaz. Birini veya ötekinin tarafını tutmak Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almak olur. Bunun olumsuz etkileri uzun yıllar devam edecektir. Unutmamak gerekir ki el atına binen çabuk iner. 1914’te böyle bir elin atına bindirilen Türkiye, o attan feci bir şekilde düşmüş, her tarafı yara bere içinde kalmıştı. Benzer bir kaderi başka bir elin atına binen Yunanistan 1922’de yaşamıştı.
Bu savaşa Türkiye bütçesinden harcanacak para ile hastaneler, okullar, yollar mı yapılmaz? Emeğin ücreti yükseltilerek refah düzeyi mi artırılmaz? Parklar, bahçeler, bilim ve sanat merkezleri mi açılmaz?
Türkiye yönetiminin ister ABD’nin gücüne dayanarak, ister kendi elinde tuttuğu ekonomik ve askeri güçlerle Irak ve Suriye’den bir şeyler koparma, o topraklarda söz sahibi olma hevesi, çağ dışı İslamcı ve milliyetçi fanatizminden kaynaklanıyor. Bu kullanma süresi çoktan dolmuş olması gereken görüşlerin ülkede iç barışı sağlamaktan da ne kadar uzak olduğu görülüyor. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi çoktan “Yurtta savaş, dünyada savaş” ilkesine dönmüş bulunuyor. İktidar sahipleri, savaş politikalarıyla kaldırdıkları taşın kendi ayaklarına düşeceğini hesaplayamıyor olabilirler. Fakat savaş politikaları yalnız onlara değil, bütün bir milleti maddi ve manevi büyük kayıplara uğratacaktır. Türkiye tarihinde yer edecek bu kara leke gelecek kuşakları
utandıracaktır.
Bu nedenle ülkeye demokratik bir halk iktidarının ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkıyor. Böyle bir iktidara kavuşuncaya kadar yapılacak şey, yönetimi bu konuda sıkıştırmak ve hiçbir vicdana sığmaması gereken savaşçı politikalarından vazgeçirmek için çalışmaktır.
Eli kulağındaki dünya savaşından ABD’nin yanında yer alarak mı, yoksa bir kısım muhalefetimizin önerdiği gibi Rusya’nın yanında yer alarak mı kazançlı çıkarız? Hiç birinin. 1960’larda savunduğumuz “Ne Amerika Ne Rusya” sözü günümüzde de geçerliliğini koruyor. (10 Aralık 2015)
Zeki Sarıhan
İdlip’te olayların kızışması üzerine önceki akşam yeni bir yazı kaleme almak için bilgisayar başına oturduğumda, yeni acı haberi aldım. Gece boyu haber kanallarından olayın doğrusunu ve ayrıntılarını öğrenmeye çalıştım. Sabah oldu, felaketin boyutu büyüdü. Gene mutsuz bir akşama ulaştık.
Bütün yurttaşlar, ülkemizin yönetimi ve geleceğimizle ilgilenmek zorundayız. Görüşlerimizi dile getirmek de en doğal hakkımızdır.
Yeni bir yazı yazmak yerine beş yıl önce paylaştığım yazıyı yeniden paylaşmanın en doğrusu olduğunu düşündüm. Daha başka yazılarımda da konuya kaç kez değinmiştim. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti... (28 Şubat 2020)
*
NE İŞİN VAR SURİYE’DE, IRAK’TA?
Suriye’nin ve Irak’ın iç işlerine karışmayı iş edinen iktidara bu soruyu doğrudan doğruya sormak zorundayız: “Irak’ta ve Suriye’de ne işin var?”
Bu soruyu ancak milletlerin barış içinde bir arada, her milletin kendi vatanında hür ve bağımsız yaşamasını isteyenler sorabilir. Bu soruyu sorabilen insanlardır ki kendi yurtlarının bağımsızlığını ve milletlerinin özgür yaşamasını güvence altına alabilirler. Yoksa kendileri de kuvvetli bir devletin koltukları altına sığınmayı, zillet içinde yaşamayı kabul ediyorlar demektir.
Çünkü sen kendin için ne istiyorsan, başkaları için de onu istemek zorundasın.
Suriye’de rejim muhaliflerini eğitirken, onlara silah ve cephane yardımı yaparken, Irak’ta bir üs peşinde koşar ve o memleketin topraklarını bombalarken empati denen bir şey yapmıyorsun demektir.
Yarın ülkede senin iktidarına karşı ayaklanan gruplara büyük devletler ve komşuların silah yardımı yaparlar, hatta senin iktidarını yıkmak için uçaklarını Türkiye üzerinde gezdirir, keşif yapar, topraklarını bombalarsa ne cevap vereceksin?
Zararın neresinden dönülse kârdır. Bu saatte hükümetin derhal yapması gereken şey, güney sınırlarının ötesindeki bütün askerî ve sivil elemanlarını geri çekmek, bu bölgede çarpışan emperyalist ülkelerin ve mezhepçi güçlerin herhangi birisinin yanında yer almaktan kesin olarak vazgeçmektir.
Türkiye bu badireden başını ABD’nin çektiği Koalisyon Güçlerinin veya Rusya’nın yanında yer alarak çıkamaz. Birini veya ötekinin tarafını tutmak Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almak olur. Bunun olumsuz etkileri uzun yıllar devam edecektir. Unutmamak gerekir ki el atına binen çabuk iner. 1914’te böyle bir elin atına bindirilen Türkiye, o attan feci bir şekilde düşmüş, her tarafı yara bere içinde kalmıştı. Benzer bir kaderi başka bir elin atına binen Yunanistan 1922’de yaşamıştı.
Bu savaşa Türkiye bütçesinden harcanacak para ile hastaneler, okullar, yollar mı yapılmaz? Emeğin ücreti yükseltilerek refah düzeyi mi artırılmaz? Parklar, bahçeler, bilim ve sanat merkezleri mi açılmaz?
Türkiye yönetiminin ister ABD’nin gücüne dayanarak, ister kendi elinde tuttuğu ekonomik ve askeri güçlerle Irak ve Suriye’den bir şeyler koparma, o topraklarda söz sahibi olma hevesi, çağ dışı İslamcı ve milliyetçi fanatizminden kaynaklanıyor. Bu kullanma süresi çoktan dolmuş olması gereken görüşlerin ülkede iç barışı sağlamaktan da ne kadar uzak olduğu görülüyor. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi çoktan “Yurtta savaş, dünyada savaş” ilkesine dönmüş bulunuyor. İktidar sahipleri, savaş politikalarıyla kaldırdıkları taşın kendi ayaklarına düşeceğini hesaplayamıyor olabilirler. Fakat savaş politikaları yalnız onlara değil, bütün bir milleti maddi ve manevi büyük kayıplara uğratacaktır. Türkiye tarihinde yer edecek bu kara leke gelecek kuşakları
utandıracaktır.
Bu nedenle ülkeye demokratik bir halk iktidarının ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkıyor. Böyle bir iktidara kavuşuncaya kadar yapılacak şey, yönetimi bu konuda sıkıştırmak ve hiçbir vicdana sığmaması gereken savaşçı politikalarından vazgeçirmek için çalışmaktır.
Eli kulağındaki dünya savaşından ABD’nin yanında yer alarak mı, yoksa bir kısım muhalefetimizin önerdiği gibi Rusya’nın yanında yer alarak mı kazançlı çıkarız? Hiç birinin. 1960’larda savunduğumuz “Ne Amerika Ne Rusya” sözü günümüzde de geçerliliğini koruyor. (10 Aralık 2015)