15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesi günü “Darbenin Anatomisi” başlıklı bir yazımı paylaşmıştım. Görüşlerimi bazen maddeler halinde ifade ederim. Darbe girişimi hakkında görüşlerimi de 10 maddede sıraladım. Aradan geçen bir yıllık süre içinde bunlardan dokuzunun doğru olduğu anlaşıldı. Yalnız birinde yanıldım.
Bu madde şöyleydi:
6. Bu girişimin şöyle bir etkisi de olacak gibi görünüyor: Erdoğan, her ne kadar bu darbeyi bastırmışsa da iktidar alanının sınırsız olmadığını anlayacak, Fetullahçılar dışında kalan muhalefete karşı söylemini yumuşatacaktır. Çünkü iktidarda kalmasını demokratik rejimi desteklemek adına biraz da onların yaptığı desteğe borçludur.
Beni fena halde yanılttı. Sayın Erdoğan hakkında bu ilk yanılgım değil. Büyük Ortadoğu Projesinin “Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” olarak genişletildiği günlerde Mısır’da verdiği bir demeçte, insanların laik olmayabileceğini ama laik bir devlette yönetici olabileceğini açıklamıştı. Ben onun bu sözlerini devletin laik karakterini ve bunu laikliğin devletler için vazgeçilmez bir ilke olduğunu kabul ettiğine yormuştum.
Erdoğan laikliğe teslim olduğunu öyle anlaşılıyor ki, Büyük Ortadoğu Projesinin patronu Amerika’ya güven vermek için söylemiş. Kendisi bu projenin eşbaşkanı olarak atanmıştı. Bilindiği gibi Amerikalılar, Taliban tarafından İkiz Kulelere yapılan saldırıdan sonra Yeşil Kuşak projesinden vazgeçmişlerdi, onun yerine Batı dünyası ile uyumlu rejimleri tercih ettiklerini belli ediyorlardı. Bu rejimler laik düzenler olmalıydı. Onların bu tercihini, bugün Erdoğan’a karşı aldıkları eleştirici ve Erdoğan şeriat vadisinde ilerledikçe sertleşen tutumları da gösteriyor.
Erdoğan’ın laiklik söylemi, Batı sisteminden koptuğundan beri duyulmuyor. Avrupa Birliği aday üyeliği projesi bitti bitecek. O sona erdiği zaman Erdoğan şeriatla yönetilen bir Ortadoğu ülkesi olma yolunda daha hızlı yol alacaktır. Bunun taşlarını zaten başta eğitimi İmam Hatipleştirerek ve resmi törenlerde cenaze ve mezarlık söylemleriyle konuşurken döşemeye devam etmektedir.
Erdoğan’ın beni yanılttığı ikinci konu, geçen yıl yaptığım Darbe Girişimi Anatomisi yazımda belirttiğim ve yukarıya aldığım 6. Maddedir. Fetullahçı Darbeyi bastırmakla birlikte darbenin sorumlularıyla henüz hesaplaşmadan onun muhalefetle de bir hesaplaşmaya girmesi akıl ve mantık dışı olurdu. Bir insan aynı anda iki cephede savaşamaz. Birini tamamen alt ettikten sonra diğerine yönelir. Partilerin ortak bildirisi, Yenikapı mitingine muhalefet partilerinin de davet edilmesi ve bu mitingde demokrasinin öne çıkarılması da bunu doğrular nitelikteydi.
Fakat bu hava Erdoğan tarafından çok sürdürülmemiş ve bütün gücüyle muhalefetle de savaşmayı tercih etmiştir. Normal olmayan bu durumun üzerinde durulmaya değer.
Erdoğan, darbe girişimini kendi iktidarı için bir nimet saymış, darbe karşıtı insanları kendi seçmeni sayarak kalanları tamamen gözden çıkarmıştır. Onun için Türkiye nüfusu ikiye ayrılıyor: Onun iktidarını destekleyen “millet” ve ona karşı olan hainler. Bu “hainler”, tahmin edilemeyecek kadar kötüdür! Türkiye düşmanı yabancı güçler tarafından kışkırtılmakta, ülkenin bölünmesini istemekte, Fetullahçıları koruyup gözetmektedirler. Kendisi ise vatanseverliği, milletin birliğini ve kahramanlığını temsil etmektedir.
O muzaffer bir komutandır! Tarihteki bütün savaş kazanmış komutanlar ve kadrolar gibi bunun ekonomik ve siyasi rantını istemektedir. Adalet onun iki dudağı arasından çıkandır. İhaleleri o dağıtacak, hazineye ait kurumları ve arsaları kendi yandaşı vakıflara verecektir. Bunları yapmak için olağanüstü yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı olması bile yetmez. Aynı zamanda hükümetin ve partisinin de başında bulunarak bütün ipleri elinde bulundurmalıdır.
Kısacası onun, HDP’yi siyaset sahnesinden sildikten, MHP yönetimini ve Vatan Partisi’ni de yanına aldıktan ve onları muhalefet partisi olmaktan çıkardıktan sonra muhalefetle uzlaşmaya ihtiyacı kalmamıştır. Hazır Türkiye kamuoyu da sağcılaşmakta iken…