GENÇ TEĞMENLERİN EYLEMİ HAKKINDA

Zeki SARIHAN

Kara Harp Okulundan diploma alan teğmenler, mezuniyet günlerinde Erdoğan’ın huzurunda içtikleri resmî yeminlerinden sonra, o ayrılınca bir yemin daha içmişler ve kılıçlarını kaldırarak topluca “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye bağırmışlar.
Bu olay üzerine yazılı ve görüntülü medyada bir hayli söz söylendi. 
Dinci-muhafazakâr çevrelerin sözcüleri, bu eylemden rahatsızlık duyduklarını açıkladılar. Askerî vesayet, yani askerî bir darbe mi planlanıyordu? Resmi yeminin dışında bu yemin de ne oluyordu? 
MHP Genel Başkanının işareti üzerine teğmenler hakkında soruşturma bile başlatıldı. 
Teğmenlerden yana tutum alanlar ise Atatürk’ün askerler için doğal ve ebedi bir başkomutan olduğunu, teğmenlerin böyle bir ant içmelerini başka bir şeye yorumlamanın yanlış olduğunu yazıp söylediler.
Bu vesile ile kalıplaşmış bazı görüşler yeniden dile getirildi. Askerler, hükümetin değil devletin emrindeydi; Kışlaya, okula, camiye, politika sokulamazdı. 
Eskiden beri ezber haline getirilip tekrarlanan bu görüşler yanlış değil, düpedüz yalandır. Birer burjuva yalanıdır. Herkes birbirlerinin gözünün içine baka baka yalan konuşmaktadır. Yaşadığımız bu durum, ülkemizde doğru siyaset ve toplum biliminin sahipsiz ve yetim kaldığını da gösteriyor. 
Şimdi sıra ile söyleyelim:
Yeni mezun teğmenlerin kılıç gösterisi ve özel ant eylemi, onların iktidarın ideolojisine duydukları tepkinin bir ifadesidir. Harp okulları kapatılarak buralarda Kemalizm ideolojisinin filizlenmesini önlemek ve iktidarın istediği orduyu yaratmak için açtığı Millî Savunma Üniversitesinin iktidarın derdine derman olmadığını gösteriyor. Bu nedenle hükümet kaygılanmakta haklıdır. Buna rağmen, teğmenleri cezalandırmak için eli pek de boş değildir. Olayı geçiştirecektir. 
Ne ordu, ne okul ne de cami politika dışı kurumlardır. Bu yalan iktidarların politika alanlarını daraltmak için uydurdukları yalandır. Aksine, her iktidar, bu kurumlarda kendi siyasetinin taraftarı insanlar yaratmak, onları elde tutmak ve başka inanç ve tutumlara kapılmasını önlemek için akıl almaz bir faaliyet içindedirler. Bu söylem geçmişte laik burjuvaziye aitti. Şimdi muhafazakârlar ve safdil laik burjuvazi tarafından savunuluyor.
Bu iddiaya göre devlet sınıflar ve siyaset üstüdür. Oysa devlet, iktidara egemen olan sınıfların hâkimiyet aracıdır. İktidarlar devlet organlarını kullanarak istedikleri programları yürütürler. Bu üç kuruma adalet örgütünü, basını ve tabii ekonomiyi de eklemek gerekir. 
Örneğin eğitimin ideolojiler üstü veya sınıflar dışı olmadığını, yıllardır hükümetin eğitime kendi ideolojisi doğrultusunda yön vermek için yaptığı çalışmalardan anlıyoruz. Fetullahçıların yıllarca ordu üzerinde nasıl çalıştıklarını ve bunun 15 Temmuz darbe girişimiyle açığa çıktığını biliyoruz. 
Cami de politika dışı bir kurum değildir. Cami cemaatinin elde tutulması için Diyanet aracılığı ile hükümetin nasıl bir gayret içinde olduğu da görülmüyor mu? 
Son tahlilde bu bir sınıf kavgasıdır. Türkiye’de iktidara gelmek isteyen veya iktidarını korumak isteyen üç kuvvet var. A) Hâlen iktidarda bulunan muhafazakâr-dinci “burjuvazi”, b) Ülkeyi aşağı yukarı yüz yıl yönettikten sonra muhalefete düşmüş Kemalist-laik burjuvazi, c) İktidarı ele geçirmekten nerdeyse umudunu kesmiş, bölük-pörçük örgütlere dağılmış, büyük kısmı kendisine en yakın gördüğü Kemalist burjuvazinin peşine takılmış solcu halk güçleri. (Aydınların çoğu bunlardan oluşuyor.)
Bana sorsalardı: “Sen kimin askerisin?” diye. “Ben asker değilim” diye yanıtlardım. “Canım onu biliyoruz, yani kimin tarafındasın” diye sorsalardı. “Halkın öğretmeniyim” derdim. Biz 1970’lerden başlayarak devrimci öğretmenler safımızı ifade eden bu “halkın öğretmeni” kavramını kullanırdık. Yani halka ve halk çocuklarına doğruları anlatan öğretmen. Halkçılığın zayıflaması, bu kavramdan vazgeçmemizi gerektirmez. Yerinde sağlam durmak ve geleceğin halk iktidarına yatırım yapmak gerekir. (Ankara, 7 Eylül 2024)

zekiarihan.com