29 Ekim 1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin 96. yılı, her yıl olduğu gibi çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bir süredir cumhuriyeti anma ve onu yüceltme çabası, AKP iktidarından sosyal demokrat belediyelere ve sivil kuruluşlara geçti. Hükümetin zoraki kutlamaları ise protokol kabilinden soğuk bir anmadan ibarettir.
Türkiye’de “Cumhuriyet” kavramı ve onun somut ifadesi olan 29 Ekim 1923 cumhuriyeti etrafındaki saflaşmanın tarihsel, sınıfsal ve kültürel nedenleri var.
CUMHURİYETE GİDEN ADIMLAR
29 Ekim 1923’te rejimin adı Cumhuriyet konulmuş olsa da, cumhuriyet için atılmış ilk ve en güçlü adım, 1876’da ilan edilen ve ömrü çok kısa süren, önemli bir miras da bırakamamış olan Birinci Meşrutiyet’i saymazsak, 24 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet Devrimi’ydi. Osmanlı’da yaşayan milliyetler tarafından coşkuyla karşılanan, geleceğe dair büyük umutlar yaratan Bu “Hürriyet Devrimi”yle başta bir padişah bırakılmış olsa bile yetki, artık milletin meşru temsilcilerinin eline geçmiş bulunuyordu. İttihat ve Terakki Partisi bu hürriyet umutlarını kısa zamanda söndürdü. Ülkede bir parti, dahası bu partinin “Merkezi Umumi” diktası kuruldu. Milletin karar alma süreçlerinden uzaklaştırılması, ülkenin Birinci Dünya Savaşı’na sokulması, insan kaynaklarının tüketilmesi gibi bir felaketle sonuçlandı. Ama savaş zenginleri de türedi.
Savaşın sona erdiği 1918’de Meclis ve siyasi partiler yeniden canlandı ise de emperyalist işgal altında milletin sözünün geçmeyeceği, Son Mebuslar Meclisinin 16 Mart 1920’de kapatılması ve mebuslardan bir kısmının tutuklanmasıyla anlaşılmış oldu.
Cumhuriyet yolunda atılmış ikinci büyük adım, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıdır. Milletin kaderine artık Saray’ı da dışlayarak millet, temsilcileri aracılığıyla doğrudan el koymuş, 1921’deki Anayasası ile bunun idari ve hukuki çerçevesini de çizmiştir.
Üçüncü adım, 1 Kasım 1922’de, Meclis kararıyla, artık İstanbul’da tamamen etkisizleşmiş olan Padişahlığın kaldırılarak ikili iktidara son verilmesiydi.
CUMHURİYETİN VAKTİ GELMİŞTİ
Osmanlılıktan gelen aydınlar, Türkiye’de cumhuriyet ilanının vakti gelmiş olduğunun çoktan farkındaydılar. Genel Savaş sonunda Avusturya-Macaristan, Alman İmparatorluğu, Rus çarlığı yıkılmış, yerlerine Cumhuriyetler ilan edilmişti. 1917-1918’de bütün Kafkas milletleri cumhuriyete geçmişken Türkiye’de başka türlü olamazdı. Bazı nedenlerle cumhuriyet ilanında geç bile kalındığını söylemek mümkünse de 1920’dan başlayarak Türkiye artık zaten bir padişahlıkla yönetilmiyordu. Belki İngiltere ve diğer bazı Avrupa devletleri gibi başta sembolik bir padişahın bulunduğu parlamenter bir sistem ihtimaline ise Osmanlı Hanedanının ihaneti nedeniyle imkân yoktu. Bu hanedandan Abdülmecit Halife seçilerek feodal kurumların temsilcileri bir süre tatmin edilmeye çalışıldıysa da 3 Mart 1924’de bu kurum da kaldırıldı.
1923 CUMHURİYETİNİN MİSYONU
Meşruiyetini Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitmesinden alan Genç Cumhuriyet, Tanzimat’la başlanan Batılılaşma hareketini tamamlamak için radikal uygulamalara girişti. Milli Mücadelenin muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa ile bütünleşen Cumhuriyet, onun rehberliğinde feodal üst yapı kurumlarına darbeler indirdi. Türkiye tarihini nerdeyse yeniden başlattı. Bunun için Atatürk’ün Samsun’a çıkış tarihini, devletin kuruluşu olarak da 29 Ekim 1923’ü esas aldı.
Bu cumhuriyet, demokrasi temelleri üzerinde kurulmadı. Bunun nedeni, bazılarının iddia ettiği gibi dünyada zaten demokratik rejimlerin bulunmayışı değildir. Savaş içinde ve savaşın sonunda var olan sınıflarl arasındaki güç dengesizliğidir. İşçi sınıfı Batı’daki gibi güçlü değildi. Köylüler ve küçük burjuvazi örgütsüzdü. Daha çok bürokraside örgütlü olan ve ticaret burjuvazisini de yanına alan bir sınıf, ülkeyi yönetmeye hazırdı. Ülkede millî bir burjuvazi de teşekkül edememişti. Bunun hızla var edilebilmesi için sürece ayak bağı olacak bütün muhalefet yasaklandı. 1923 İzmir İktisat kongresiyle liberal ekonomi, 1929 Dünya ekonomik buhranıyla da devletçilik uygulandı. Bunların her ikisinin de amacı, hızla zengin bir sınıf yaratmaktı. Ekonomiye artık özel bir kuruluş olan İş Bankası yön veriyordu!
KÖYLÜLERİN İHMAL EDİLMESİ
Kent küçük burjuvazisi ekonomik sıkıntılar içindeyseler de burjuvaziyi siyasi ve kültürel olarak destekledi. Rejimin dayanağı askerler, memurlar ve cumhuriyetin emanet edildiği gençlerdi. Ancak köylü kitlelerinin ekonomik bakımdan kendilerini gözetmeyen hatta ağır vergilerle bunaltan iktidardan memnun olduğu söylenemez. Dönemin “en büyük düşmanı” komünizmdi. Nerede görüldüyse ezildi! Bunun ekonomik anlamı, emekçi sınıfları millî gelirin bölüşümünden uzak tutmaktı. Ülke yoksuldu ama yoksulluk bölüşülmüyordu! Köylüler tek parti dönemini jandarma ve tahsildarla eşleştirdiler. Devlet kendilerine toprak verseydi, onunla hatırlayacaklardı.
Günümüzde ülkeyi yöneten tek adam rejiminin Cumhuriyete muhalefeti, onda demokrasi olgusunun eksikliğinden değildir. Hatta kendisi şimdi bunu model almaktadır. Onun muhalefeti, feodal üst yapı kurumlarına indirilmiş olan darbelerden ötürüdür. Bu dönemi bir “parantez”in içine alarak Osmanlılığı diriltme sevdası tabii ki sonuçsuz kalacaktır.
Tek Parti Dönemi’nin partisi CHP, hâlâ “bagajında” bu dönemin olumsuzluklarını taşıyor ve bunun bedelini tek başına iktidara gelemeyerek ödüyor. Bu saptama halkçılığın gereğidir ve bu gerçek teslim edilmedikçe siyasette sağlıklı bir yol almak mümkün değildir.
HALKÇILIĞA SARILMAK
AKP’ye muhalefet ederken Tek Parti Dönemi’nin siyasi ve ekonomik uygulamalarını kutsamak, mücadeleyi feodal ve burjuva sınıfların çekişmesine hapsetmekten başka bir şey değildir. 1920 Meclisinin üyelerini de kuvvetle etkilemiş olan, hiçbir dönemde tam yok edilememiş ve 1960’tan sonra küllerinden fışkıran halkçılığa sarılmaktan başka çare yoktur.
Devrimciler ve demokratlar için bugünkü görev, savaşa karşı barışı, demokrasi temelinde halkların birliğini savunmak, laik cumhuriyeti halkçılıkla taçlandırmaktır. Bu iş, en alt birimlerden başlayarak halkı, kendi yönetimini kurmak için örgütlemek, kendi talepleri için mücadeleye sevk etmekle gerçekleştirilebilir. 31 Mart-23 Haziran yerel seçimlerinde yapılan ittifak başarı için önemli bir deneyimdir.