İSİMLERİN ANLATTIĞI KÜLTÜR

Zeki SARIHAN
Emekli olduğum liseye gidip öğrenci kütükleri üzerinde bir araştırma düşüncesi hiç aklımdan çıkmadı. Kütükteki öğrenci adlarıyla onların babaları ve analarının adları arasında önemli farklar olacağı varsayımından hareket ediyordum. Çünkü bu okulda okuyan öğrencilerin aileleri ülkenin çeşitli illerinin köylerinden Ankara’ya gelip yerleşmişlerdi. Köyde kullanılan adlarla kentlerde bu yeni kuşağın adları arasında farklar olmalıydı. Gene de bu araştırmayı herkes yapabilir. 
KÖYDEN İNDİM ŞEHİRE
Köyüm Beyceli’den o zaman bir kasaba olan Fatsa’ya yerleşen ilk iki aileden biri Lütfi Sarıhan, diğeri Ömer Sarıhan’dır. Her ikisi de Rüştiye’de okumuş, adliyede çalışırlarken davavekilliğine başlamışlardır. 1920’li yılların sonu ile 1930’lu yılların başıdır. 
Lütfi Sarıhan’ın çocuklarının adları sıra ile Bilge, Saydam ve Ertan’dır.
Ömer Sarıhan’ın çocuklarının adı ise gene sıra ile Vahide, Ünal, Ercan, Canan, Meral ve Yıldızdır.
Bu 9 adın hiç biri köyde kullanılmıyordu. 6’sı Türkçe’dir. 
Cumhuriyet yönetimi bir kültür değişimine de tanıklık ediyordu. 
Benzer bir durum bizim çekirdek ailede de görülmektedir. Dokuz çocuktan şunlar köyde verilen ilk adlardandır: Erol, Zeki, Aydın, Ayhan. Bu dört adın da üçü Türkçedir. Köyün “derin” hocası bir görüşmemizde babamı Atatürkçü olmakla suçlamış, bunun nedeni olarak da Ahmet, Mehmet gibi bir ad dururken oğluna Erol adını vermesini göstermişti. Babam, çeşitli yerlere çalışmaya  gidiyormuş. Bu adları oralarda öğrenmiş olmalıydı. 
Ağabeyim Erol’un altı evladından ikisinin adı onun babasının ve amcasının adını taşıyor. Sabri ve Mustafa. Ötekilerin adları şöyle: Ayla, Hülya, Barış, Özgür. Kızkardeşimiz Fatma’nın çocuklarının adları Devrim ve Deniz, benimkilerin adları da Emre ve Işık. 
Kuşkusuz Ali, Ahmet, Mehmet gibi erkek ve Ayşe, Fatma, Zeynep, Elif gibi kız adları Türk kültürünün bir parçası haline gelmişlerdir. Fakat, bu kültür içinde de muhafazakâr ve yenilikçi (devrimci) olarak iki eğilim vardır ve bunlar adlarda da kendini gösteriyor. 
Ordu Üniversitesinden Yakup Arzu, 1834 tarihli Fatsa Kazası nüfus sayım defterinde bulunan 5442 erkek nüfusun adların göre bir dökümünü çıkarmış. Kullanılan erkek adlarını çeşidi yalnızca 149. Bir kez kullanılan adların sayısı 76, birden fazla kullanılanlar ise 73’tür. 33 de “Mehmet Ali” gibi çift ada rastlanmıştır.
En çok kullanılan adlardan ilk 15’i ve kullanma sayıları ise şöyle: Ali 715, Mustafa 571, Hasan 513, Mehmet 476, Muhammet 413, Osman 395, Hüseyin 355, İbrahim 326, Ahmet 314, Halil 255, Süleyman 163, , Salih 150, Abdullah 141, İsmail 137, Ömer 126. 
Ali adının en başta gelmesinin nedeni, bölgenin daha önce yoğun bir Alevi göçüne uğramış olmasına bağlanıyor. Nitekim daha önceki yıllardan geldiği açık olan sülale adlarında Türkçe lakaplar az değildir. 
Türklerin Müslüman olduktan sonra hızla Arap kültür dairesine girdiklerini, Selçuklu sultanlarına verilen Alp Aslan, Kılıç Aslan, Çağrı gibi adları bırakıp Fars ve özellikle Arap adlarını aldıklarını biliyoruz. Bu durum, dinle adlar arasında mutlak bir ilişki bulunması gerektiğine inanan koyu bir taassubun da ifadesidir. Osmanlılar döneminde bu taassup koyulaşarak sürmüştür. 
İkinci Meşrutiyet yıllarına denk gelen dönemde milliyetçilik akımı gelişirken adlarda da Türkçeleşme eğilimi başlamıştır. Cumhuriyet dönemimde bu eğilim hızlanmıştır. En kökten değişim soyadlarında kendini gösteriyor. 1934 tarihli soyadı yasasına göre bütün soyadları Türkçe olmak zorundadır. 700’den fazla soyadı bulunan bir kılavuz da basılarak nüfus memurlarının eline verilmiştir. 
“Beyceli Köyünde Soyadı Yasasının Uygulanışı” yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu kez de sülale (soy) adlarıyla yeni verilen soyadlarının birbirini tutmaması durumu ortaya çıkmış, resmi işlemlerde yeni soyadları kullanılırken günlük hayatta sülale adları varlığını korumuştur. Hatta köylerde aynı sülalenin yaşadığı ev topluluklarının adları sülale adlarını taşıyor. Alioğlu Mahallesi, Mecek Mahallesi, Çakıroğlu Mahallesi, Hekimoğlu Mahallesi gibi. Bunların hiç biri orada oturanların resmî soyadları değildir. 
Kültür değişimi kolay değildir. Bazen yüzyıllar alır.  Milletler, Milli kültürü, köklerinden kopmadan yenilemek gibi bir görevle karşı karşıyadır. Gözü kapalı olarak başka bir kültürün içine dalmak, milli benliğin kaybolmasına neden olur. Kültür emir ve talimatlarla da değişmiyor. 
Millî kültür de aynen milletin içinde bulunan sınıflar gibi yekpare değildir. Burjuvazinin dünya görüşünü ve özlemlerini yansıtan bir kültür olduğu gibi devrimce halkçı bir kültür de bu yapının içindedir. Bunu yukarıda verdiğimiz adlardan da anlıyoruz. Devrim, Deniz, Savaş,  Barış, Özgür, Ulaş, Ertan, Ayşegül, Evren vb. bu devrimci kültürün ifadeleriydi. 
Yalnızca adlardan hareketle bir yüzyılda geldiğimiz yer değişimin hızını gösteriyor.