KIZ BABASI OLMAK NE KADAR ZORMUŞ!

Zeki SARIHAN

Bundan yaklaşık yedi ay önce, Anamur’da anası ve iki kardeşiyle mutlu bir hayat yaşamakta iken Ayhan “amcası” ve Rahime “Teyzesi” tarafından yakalanıp tatil dönüşü Ankara’ya getirilerek bize teslim edilen bir veya bir buçuk aylık “Sarıkız”dan söz etmiştim. Bütün yol boyunca yerleştirildiği karton kutunun içindeki ağlaması, eve getirdiğimizde de devam ediyordu.

Karnı kardan daha beyaz, üstü benekli, sık ve ipek gibi yumuşak tüylerle kaplı ve bir avucumuza sığacak kadar küçük yavru, kızdan yoksun evimizde bir neşe kaynağımız ve canlı bir oyuncağımız olacaktı.

Bu el bebek gül bebek Sarıkız, önce ürkek adımlarla, odaların nerdeyse her santimetrekaresini koklayarak kısa sürede evin her tarafını keşfetti. Zengin çocukları gibi yediği önünde, yemediği arkasındaydı.  Günden güne boy atar ve evin içinde olmadık oyunlar icat ederken canı çektiği zaman kucağımıza gelip oturuyor, başını, gıdığını ve sırtını okşamamızdan derin bir haz duyduğunu mırıltılarıyla belli ediyordu. Yanında Guliver’in devleri gibi kocaman olsak da belli ki bizi anasının ve kardeşlerinin yerine koyuyordu. Hatta geceleri önce yorganımızın üzerine kıvrılıp uyurken, sonraları iki yastığın arasında kendine yer buldu ve sabahlara kadar orada “mırıl mırıl” uyudu.   Biz de onu evimizin neşesi olan kızımız yerine koyuyorduk. Onun mamasını vermeden sofraya oturmaz olduk. Onunla ilgilenmek, gazete ve televizyonlardan her an evin içine akan ve bizi hiç de mutlu etmeyen haberlere karşı bizim için doğada mutluluk aramak gibi olacaktı.

Kuyruğunu kıvırıp pencerelerden uzun uzun ve dikkatle dışarıyı sokağı, ağaçları, gökyüzünü seyreden Sarıkız’ı dışarıya bırakıp bırakmama konusunda görüş ayrılığına düştük. “Evden kaçar, geri gelmez” diyenler vardı.

Bir gün denemek için kapıyı açık bıraktım. Kapıda öylece durdu, dışarısının nasıl bir yer olduğunu keşfetmeye çalıştı. Sokaktan bir otomobil geçerken de korkup içeriye kaçtı. Yaklaşan bir kedi gördüğünde de aynı şeyi yaptı. Fakat birkaç gün sonra dışarıya dikkatli adımlarla adımını artı ve karşılaştığı her şeyi koklayarak, pamuk gibi patileriyle yoklayarak, her sese karşı kulaklarını dört açarak adım adım etrafı keşfetti.

Sonra evden çıkınca saatlerce gelmemeye başladı. Hatta yüreğimizi ağzımıza getirerek gelmediği geceler oluyordu. Evin çevresinde “Sarıkız! Sarıkız” veya “Pisi pisi” diyerek onu aradığımız geceler oldu. Ben “Kaygılanmaya gerek yok. Mutlaka gelir”  diyordum. Hatta evin kapısını ve zemin kattaki balkon kapısını dışarıda kalmasın diye açık bıraktığımız oldu. Sarıkız beni her defasında yanıltmadı. Annenin kızları konusundaki aşırı titizliği ile babanın soğukkanlı tutumundan babanınki üstün geldi.

SENCE ÖNCE KENDİ KIZINA BAK!

Fakat bir gün onu mahallede bir arkadaşıyla gören olmuş! Bu arkadaş erkekmiş! İşte o zaman bir baba olarak derin bir kaygıya düştüm! Kızımız büyümüş, serpilmişti. Çok da güzel ve alımlıydı. Bazı kedilerin daha altı aylıkken olgunluğa erişeceğini Google’dan öğrenmiştim. Yetişkin kız babalarının, nasıl bir tedirginlik içinde bulunduğunu o zaman anladım. Mahallede başım yerde geziyordum…

Sır ortaklarının anneler olduğu gerçeğini bir tarafa atarak Sarıkız eve geldiğinde onu karşıma aldım. Saatlerdir, hatta bütün gece nerelerde dolaştığını sordum. Aldığım cevap mama isteyen “miyav miyav!” seslerinden ibaretti. Elimle pıt pıt kalçasına vurarak “Seni gidi sokak süpürgesi, seni gidi cadı, seni gidi o….” diye azarladığım oldu. O ise sanki “Gezmek tozmak benim hakkım değil mi? Kız arkadaşlarla şöyle biraz dolaşmam suç mu?” diyordu. Bir gün onu gizlice takip etmeye çalıştıysam da kaşla göz arasında ortadan kayboldu.

Bereket versin biz ev halkı ve komşulardan onu bir erkekle uygunsuz vaziyette gören olmamıştı. Hatta onun başka kedilerden kaçıp eve sığındığına tanık olduk. Sarıkız, öyle her karşılaştığı erkeğe teslim olacak, geleceğini bir anlık zevkine feda edecek cinsten değildi. O da genlerinin beğendiği bir erkeğin geniyle birleşmesini ve sağlıklı yavrular doğurmayı istiyordu anlaşılan. Onların dillerini tam anlamadığımızdan ve onlar da bizim dilimizi çat pat bildiğinden ötürü eve bir görücü göndermelerini, hiç değilse delikanlının bir demet çiçekle kapımızı çalıp “Biz Sarıkız’la anlaştık, Allahın izniyle, Peygamberin kavliyle…” demelerini bekleyemezdik.

Sarıkız’ın başına bu sokak gezmelerinde bir şey gelmiş miydi? Ara sıra eve gelir gelmez “odasına” çekilmesinden, hülyalı gözleriyle uzun uzun pencereden bakmasından ötürü bundan şüphelenmedik değil. Belki rüyasında bile arkadaşlarını düşünüyordu. Hangi ana baba, genç kızlarının düşlerine hükmedebilir?

Yakında nur topu gibi torunlarla karşılaşırsak şaşırmayacağız. Şüphesiz ki onları dışarıya atmayacağız. Sarıkız gibi onları da seveceğiz.

Ana baba olmak kolay mı? Ne de olsa bu işler herkesin başında. Yüzümüzü yere eğdirecek bir söz söyleyen olursa “Sen önce kendi kızına bak” der geçeriz… (24 Mayıs 2017)