KUVAYI MİLLİYE VE BARIŞÇILIK

Zeki SARIHAN

Şu sıralarda yerli yersiz telaffuz edilen Kuvayı Milliye nedir?

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu yenilip ateşkes anlaşması yapılınca ordu terhis edildi. Elde kalan 50 bin kişilik mevcudun eli kolu bağlandı. Bu kuvvetlerin herhangi bir yerde düşmana saldırması Osmanlılar açısından ateşkesin bozulacağı anlamına geleceğinden bundan özellikle kaçınılıyordu. Ancak Türkiye Güneydoğu’dan, Güney’den ve Batıdan işgale uğruyordu. Halk buna karşı milis kuvvetleri kuruyor ve savunmaya geçiyordu. İşte bu kuvvetler “Kuvayı Milliye” yani milletin kuvvetleri adı verildi ki, bu onun devletin kumanda ettiği ordu kuvveti olmadığını anlatıyordu.

Gerek Ege bölgesinde toplanan Kongreler, gerekse Erzurum ve Sivas Kongresi eldeki mevcut askeri kuvvetleri savaşa sokmak yerine bu Kuvayı Milliye kuvvetlerine dayanmayı tercih etti. O dönemde “Ordu” ve asker” kavramının geri plana çekilmesinin bir nedeni de dört yıl süren (1914-1918) savaşın halkta büyük bir bıkkınlık yaratması, “İttihatçı” gibi “asker” kavramının da tepkiyle karşılanması idi. Milletin Millî Mücadele’nin yeni türde bir savaş olduğunu kavraması zaman aldığından ordunun kurulması da gecikti. Kurulduktan sonra Kuvayı Milliye kuvvetleri orduya bağlandı ve bu bağlanmayı kabul etmeyen Kuvayı Milliye kuvvetleri dağıtıldı. “Kuvayı Milliye” yerine Tümen, kolordu, ordu, cephe gibi askeri terimler kullanılmıştır.

Dolayısıyla günümüzde kuvvetli bir orduya sahip olan devletin bir de Kuvayı Milliye kullanmaya ihtiyacı yoktur. Böyle bir kuvvetin yasalarda yeri de yoktur. Bu olsa olsa yasa dışı bir milis kuvvetine benzetilebilir.

SAVAŞ DEĞİL SAVUNMA BAKANLIĞI

Kuvayı Milliye de, Kurtuluş Savaşı’nda ordu da başka ülkelere saldırmak için değil tamamen savunma amacıyla hareket etmişlerdir. Kilit iki kavram “Savaş” ve “Savunma”dır. Birçok ülkenin ve bu arada Osmanlı devletinin askerî örgütünün adı “Harbiye Nezareti” (Savaş Bakanlığı) iken Ankara’da Kurulan Hükümetin asker bakanlığının adı “Millî Müdafaa Vekâleti”dir.

23 Nisan 1920’de Ankara’da temelleri atılan devletin yeni bir anlayış üzerine kurulduğunun en önemli kanıtı “Savaş Bakanlığı” kavramının yerini “Milli Müdafaa Vekâleti”nin almasıdır. Zaten yeni Türkiye’ye haklılığını ve saygınlığını kazandıran da bu anlayıştır. Başka milletlerden unsurları silahlandırıp, cezaevlerindeki ağır hükümlüleri de bunlara katarak komşu ülkelere sokma ve oranın devletini yıkma politikası Kuvayı Milliye’nin değil, Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa’nın Kurduğu Teşkilatı Mahsusa çeteciliği politikasıdır.

MİLLÎ MÜCADELECİLERİN BARIŞ ARAYIŞLARI

Son zamanlarda barış isteği bir ihanet olarak vasıflandırılır oldu. Örnek olarak Kurtuluş Savaşı Meclisinde ve savaşın askerî önderliğinde barışın telaffuz edilmediğini ileri sürenler var. Bu iddia tamamen yanlıştır. Millî amaçlara savaşmadan ulaşma arayışı Milli Mücadelenin her aşamasında vardır. Barış çağrılarına kulak asmayanlar, emperyalistler ve onların hizmetindeki Yunan hükümetidir.

Büyük Taarruz’dan yaklaşık çok önce Fransızlar ve İtalyanlarla uzlaşma sağlanmış ve onlar askerlerini Türkiye’den çekmişlerdir. Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz arasında yaklaşık bir yıl vardır. Taarruzun bu kadar gecikmesinin nedeni yalnız ordunun ihtiyaçlarını tamamlamak değil, İngiltere nezdinde yapılan barış girişimlerinin sonucunu almaktır.

Mustafa Kemal Paşa’nın barışla elde edilecek sonuç için savaşa başvurmaktan kaçınmasının bir kanıtı da ordu İzmir ve Bursa’yı kurtardıktan sonra Fransızların araya girmesiyle ordunun Boğazlara ilerleyişini durdurması, Mudanya Konferansını beklemesi ve bu konferansının kararları sonucunda Doğu Trakya’yı kan dökmeden Türkiye’ye kazanmasıdır.

“İSTİSNASIZ BÜTÜN MİLLETLER, KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKINA SAHİPTİR”

Bir asker olmakla birlikte Mustafa Kemal Paşa, savaş heveslisi biri değildir. Birinci Dünya Savaşı’na girilmesine karşı çıkmış, ancak devlet savaşa girdikten sonra kendisine verilen görevleri yapmıştır. 1 Mart 1922’de Meclis’teki ünlü söylevinde de şöyle diyordu:

“Dış siyasetimizde başka bir devletin hakkına saldırı yoktur. Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını yeryüzünde yaşayan bütün milletlerin cümlesi için tanıyoruz.”

Aynı konuşmada köylülere saygısını belirtirken de devletin yedi yüz yıldır onların kemiklerini yabancı diyarlarda bıraktığını söyleyerek istilacı siyasetlere karşı kesin duruşunu göstermiştir. (TBMM Zabıt Ceridesi, C. 18, s. 2 ve devamı, Yeni Gün, Tercümanı Hakikat 2 Mart, Hâkimiyeti Milliye ve Akşam 2 ve 3 Mart, Peyamı Sabah, İleri 3 Mart, Vakit, Tevhidi Efkâr, İkdam 3, 4 Mart, İleri, Açıksöz 4 Mart, Yeni Adana 5 Mart 1922)

Bütün bu tarihsel deneyimlerin sonucunda yeni Türkiye’nin dış politikası “Dünyada barış” olarak ilan edilmiştir. “Vatan savunmasına dayanmıyorsa savaş bir cinayettir” sözü de bu anlayışının sonucudur. Nutkun sonunda gençliğe verilen görev de saldırı değil, tamamen bir savunma görevidir.

Bir de “Halife Ordusu” konusu var ki artık gelecek yazıya kaldı.