MİNBERDEKİ KILIÇ

Zeki SARIHAN

Ali Erbaş, 86 yıl sonra yeniden camiye çevrilen Ayasofya’da 24 Temmuz’da kıldırdığı ilk namazda hutbe okuduğu minbere elinde bir kılıçla çıkmıştı. Gerek yaptığı konuşmada Ayasofya’yı müzeye çevirenlere ad vermeden okuduğu lanetler, gerek elindeki bu kılıç eleştirilere neden olmuştu.

31 Temmuz Kurban Bayramı günü yeniden minbere çıkan Erbaş, hutbeyi elinde tuttuğu kılıçla okudu. Eleştirilere rağmen bu tutumunda diretmesi, hükümetin talimatıyla ve desteğiyle hareket ettiğini gösteriyor.

O KILIÇ NİÇİN ORADA?

Hutbede gösterilen bu kılıcın anlamı nedir?

Onun minbere İlk çıkışında İslamcılar, bunun eski bir gelenekle açıklamaya çalıştılar.  Fethedilen bir yerin camisinde hutbe okuturken kılıçla çıkılmasının bir fetih (kılıç) hakkı olduğunu söylediler. Hadi geçmişte kalması gereken bu geleneğe atıf yaptıklarını kabul edelim. Fatih tarafından camiye çevrilen Ayasofya’da ve fethedilen diğer İslam ülkelerinin camilerinde her Cuma ve bayram namazında imamın elinde bu kılıç mı olurdu? Kılıç hutbenin bir parçası ise, bunun şimdi de Türkiye’nin bütün camilerinde uygulanması gerekmez mi?

Anlaşılan siyasi iktidarımız Ayasofya’nın yeniden “fethine” doymuyor. Bunun tadını evire çevire çıkarmaya çalışıyor. Öyle ya Necip Fazıl Kısakürek’in ideolojik neslinin (ki, kendi ifadesiyle Erdoğan da bu nesildenmiş), 86 yıllık rüyası gerçekleşmiş bulunuyor! Öyle bir iki kez kutlamakla doyulacak bir “zafer” değil!

DİNLERDE KILICIN İŞLEVİ

Bugün yaşayan bütün dinler, başlangıçta ezilen kitlelerin ideolojik kalkışmasıydı. Musa, Firavunlara başkaldırdığı için Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı. İsa, Roma zalimleri tarafından çarmıha gerildi. Muhammet, Mekke putperestlerinin baskısı yüzünden Mekke’yi terk ederek Medinelilere sığınmak zorunda kaldı. Hiçbirinin elinde kılıç yoktu. Ezilenlerin, halkın aşağı tabakalarının gönlünü kazanarak dinlerinin temelini attılar.

Ancak bu dinlerin mensupları devletleşince başka topluluklarla ve devletlerle savaştılar. İdeolojik silahları din ise de asıl neden başka halkların zenginliklerine el koymaktı. İslamiyet örneğinde ele alırsak, Arabistan çöllerinde kurulmuş bir devletin yalnız hurma ve deve yetiştiriciliğinden ve gelen geçen kervanlardan alınan vergilerle zenginleşemeyeceği ortada idi. Putperestlik döneminde düzenlenen yıllık bir festivalin İslamiyet’le hacca dönüştürülen ibadet gelirleri de buna yetmezdi. İran’a, Orta Asya’ya, Kuzey Afrika ve hatta İspanya’ya bunun için seferler düzenlediler. Oralarda devletler kurdular. Amaç, zapt ettikleri ülkelerde yaşayanları zorla Müslüman yapmak değil, vergiye bağlamaktı. Bu zenginliğe dayanarak zamanına göre hatırı sayılır bir uygarlık da yarattılar.

Başka ülkeleri fethederek zenginliklerine el koymak, oralarda yaşayan insanları köleleştirmek bu dinlerin ortaya çıkmasından önce de, bu dinlere mensup olmayan topluluklarda da vardı. Çin, Mezopotamya, Hitit, Mısır, Hindistan, Moğol, Roma, Frank, Germen ve Türklerin tarihleri, sonu gelmez savaşlarla doludur.

AMERİKA’YA ÖZENME

O zamanlar Ne Milletler Cemiyeti, ne Birleşmiş Milletler, ne insan hakları ve Avrupa Konvansiyonları vardı. Gücü gücü yetene bir dünya düzeni, daha doğrusu düzensizliği vardı.

Ayasofya minberine elinde kılıçla çıkanlar hâlâ o eski dünyada yaşıyorlar! Açgözlüler. Fetih rüyası görüyorlar. Başkalarının hakkı diye bir kavrama sahip değiller. Günümüzde bunun şampiyonu emperyalist Amerika Birleşik Devletleri’dir. Dünyanın her yanında donanmalarını gezdiriyor, askerî operasyonlara girişiyor ve kendisini dünyanın efendisi sayıyor. Zavallı İslam ülkelerine ise birbirlerini yemek ve kendi halklarını kesip biçmek kalıyor. Ortadoğu’da, Afganistan’da, Kuzey Afrika’da olanlar bunun kanıtı. Bir Müslüman ülkesinin şeriatçı başkanına olsa olsa Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın eş başkanlığı düşüyor!

Ali Erbaş’ın elindeki kılıç,  geri kalmış fakat ilerlemek için bilim ve teknolojiye sarılmaya da niyeti olmayan bir yenilmişliğin güya telafisinden başka bir şey değildir. Fakat masum da değildir. Çok tehlikelidir.

SAHNEDE ASILI TÜFEK

Bir tiyatro sahnesinde duvarda asılı bir silah gören seyirciler, onun duvara boşuna asılmadığını bilir ve oyunun sonunda mutlaka patlayacağını anlar. Erbaş’ın elindeki kılıcın ne zaman doğrama işine başlayacağını merak edebiliriz. Aslında o kılıç bugün de işlevini yerine getiriyor. “Millî Dış Politika” dedikleri ve eleştirilmesini de yasakladıkları harekâtlarda iş görüyor.

Fakat o kılıç, yalnız başka milletlere gösterilmek için minbere çıkarılmıyor. O, Türkiye’de demokrasi isteyen herkese de korku vermek için orada gösteriliyor.

Geçmişte insanların savaş için kullandıkları okları, mızrakları, tüfek ve topları müzelerde ibret almak için sergilerdik. AKP iktidarıyla bunlar artık kılıç örneğinde olduğu gibi minberlere çıkarılmakta ve hutbeler eşliğinde gösterilmektedir.

Ders almasını bilenler için asıl ders alınacak olan budur.  (1 Ağustos 2020)

zekisarihan.com