PENUM HEMŞERUM KOMÜNİSLİK YAPMAZ!

Zeki SARIHAN

Hayatı Hakikiye Sahneleri-2

1967-1970 yıllarında Gazi Eğitim öğrencisiyken Öğrenci derneğinde önce Köycülük Kolu Başkanlığı, ardından dernek başkanlığı, kısa bir süre de Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği Başkanlığı yaptım. Öğrenci Derneği’nin çalışmalarından ve bildirilerinden ötürü nerdeyse haftada bir Yenimahalle savcılığına çağrılırdık. Savcı ifademizi alıp bırakırdı. Yönetim Kurulu olarak iki taksiye doluşur, güle oynaya ifademizi vererek okula dönerdik. Bunlardan ötürü tutuklanacağımız, hüküm giyeceğimiz aklımıza bile gelmezdi. Gençlik kaynıyordu fakat hükümet de onların peşini bırakmıyordu.  O zaman şimdikinden farklı olarak yargı oldukça bağımsızdı. Hatta zaman zaman yargı ile hükümet karşı karşıya geliyordu.  Değilse derneklerimiz hiçbir çalışmada bulunamaz, biz de cezaevlerinden çıkamazlık.

1968’de akademik isteklerle 17 gün süren boykotumuz sırasında Boykot komitesinin halkla ilişkiler görevlisiydim. Boykotun gidişi hakkında her gün bir bildiri yayımlayarak öğrencileri ve kamuoyunu bilgilendirmeye çalışırdık.  Yenimahalle karakolundan bir polis memuru, her sabah Öğrenci Derneği’ne damlar, o günkü bildirinin teksir makinesinden çıkmasını bekler, bir nüshasını alıp giderdi… Onunla artık iyice yüzgöz olmuştuk.   

Bir gün Yenimahalle sorgu hâkimliğinden celp geldi. Bu kez soruşturma bilmem hangi bildiriden ötürü yalnız benimle ilgiliydi.

Sorgu hâkiminin odasına girdim. Kürsüde cüppesiyle oturan babacan tavırlı hâkim, savcının iddiasını okudu. Sonra “Biz bizeyiz yahu, zarar etmez!” diyerek bir sigara yaktı. Fena tiryakiydi anlaşılan.

Bana döndü. Karadeniz şivesiyle konuşuyordu. Nereli olduğumu sordu. Zaten önündeki fezleke de Fatsa doğumlu olduğum yazılıydı.

“Komünistlik propagandası yaptığın iddia ediliyor!” dedi.

Ben daha ağzımı açmadan:

“Penum hemşerum komünistlik propagandası yapmaz” Suçlamayı reddettiğimi tutanağa yazdırdı. Gidebileceğimi söyledi.

Odasından gülümseyerek çıktım. Hatırladıkça hâlâ gülümserim…

Fakat gene de kurtulduğumu sanmayın! 12 Mart 1971’den sonra bütün o bildirileri tozlu dosyalardan çıkararak kendi atadıkları Sıkıyönetim Savcısının ve askeri hâkimlerinin önüne koydular. Her birinden bir cümle yazsan sayfalar tutar. Böyle zamanlarda aleyhte ifade vermeye teşne öğretmenleri ve öğrencileri de ayarladılar. Kendini nasıl savunursan savun hiçbir faydası yok! Kararlar önceden verilmişti. 1973’te benimki 9 yıl üç ay olarak tebliğ edildi.

Bağımsızlıklı ve halkçı gençliğin başına bir balyoz gibi indikleri o günlerde Fetullah Gülen çoktan örgütlenmeye başlamıştı…

Bir günde olmadı ki bu işler… (9 Eylül 2016)

---------------------------------------------------------------

Makale: Bilim ve Gelecek Dergisinin Eylül 2016 tarihli 151. sayısında Okan İrtem imzalı “DÖRT HALİFE CİHATÇI MIYDI? Arap Fetihlerinde Tebliğ ve Cihadın Rolü” başlıklı çok yararlı bir makale var.