Aydın Avcı'nın, gazetemizde de yayımlanmasına izin verdiği, Marmaris izlenimlerini aktardığı yazının tamamı şöyle: Değerli Aydınpost okuyucuları sizleri bu hafta çok güzel bir yerle tanıştıracağım, başlıkta da gördüğünüz gibi Şimdi Marmaris Selimiye moda, orayı sizlere anlatacağım.
Dağını, taşını, doğasını anlatmaya sayfalar yetmez, Selimiye seyahatimizde yediğimiz içtiğimiz bize kalsın, gördüklerimi size dilimin döndüğünce anlatmaya, yazmaya çalışacağım, umarım ki keyifli bir yazı olacaktır.
Aydın'dan yola çıkıp vardığımda deniz havası akşam serinliğine bürünmüş, Marmaris Selimiye Köyü'ne uzanan 2.5 saatlik yolculuğumuz ardından Selimiye'ye varıyoruz, konaklama yapacağımız otelimize yerleştikten sonra yolculuğum boyunca kafamdaki tek soru gideceğimiz yerin bu kadar yola değip değmeyeceği, zira büklüm büklüm yollar ve zifiri karanlık nedeniyle biraz sıkıntılı geçti. Sizlere tavsiyem böyle yerlere gidilecek ise sabah yani gündüz gözüyle gitmek daha güzel olur. Ancak otelime yerleştikten sonra yol boyunca çektiğim tüm sıkıntılar bir anda aklımdan siliniverdi. Mis gibi çiçek kokuları, üzerimizde çıplak gözle görebildiğimiz, belki binlerce yıldız ve müthiş sessizliği bozan dalga sesleri... İnsan başka ne ister ki hayatta! İnsan başka ne ister deyince akla geliyor, elbette ki başka insanlar da ister insan. Ama güler yüzlüsünden. Bir şeyler öğrenebileceği ya da öğretebileceği birilerini ister. Kaldığım otel sahipleri aradığım insanlar oluyor, ve bir turizmci olarak çok seviniyorum. Özellikle biri var ki anlattığı hikayeler ve arada ikram ettiği bitki çayları ve reçeller ki hepsi bahçelerinin mahsulü, seyahatimin en güzel detaylarından. İlk gecemize dönelim. Nemsiz ılık bir hava, taze demlenmiş çay, iskelede, tenekenin içinde yana ateş. Ayın çoktan batmış olmasından mütevellit yıldızlar aşağı düşecekmişçesine parlıyor. Öğrendiğim kadarıyla ziyaretimizden birkaç gün önce meteor yağmuru varmış.
"Kaçırdık" diye hayıflanıyorum. Bir gökyüzüne bakıyorum, bir de gökyüzünden daha karanlık olan denize; bir türlü doyamıyorum, yol yorgunu olduğum halde çaylarımızı hüpletip odama istemeye istemeye çekiliyorum, buralarda bungalov evler var, Her şey doğal her şey tertemiz.
Selimiye'de ilk sabah; Ertesi sabah mis gibi bir havaya uyanıyoruz. Hava nemsiz, sıcak ama boğucu değil, ferah ama soğuk değil, Organik reçel, yumurta, zeytin tereyağı, domates ve çeşit çeşit peynirlerle doyuruyorum karnımı. Bu mis gibi havada, cennet gibi bir ortamda ve katıksız yiyeceklerle pırıl pırıl oluyoruz. İnsanoğlu kuş misali diyoruz. Dün bu saatlerde nerede neler yapıyorduk ama şimdi olduğumuz yere bak diye düşünürken keyfim ikiye katlanıyor. Derken kaptan sesleniyor; ''Haydi tekne tur'' koşa koşa yetişiyorum tekneye ve tabiat ana güzelliklerini beklemediğimiz kadar cömert bir şekilde sergiliyor! Dik kayalıklardan oluşan Korsan adası ve buraya tırmanan keçiler, Aşk Adası, Manastır Adası ve adını bilemediğim diğer birçok ada daha, Adeta büyüleniyorum. Datça'ya da uzaktan bir selam çakıyorum, ne de olsa komşu! Selimiye'ye, Simi adası da öyle, ben şahsen turizmci olduğumdan deniz sezonunu açmışımdır. Ve AŞK ADASI'NDA denize giriyorum, inanın ki deniz çok güzel ve temiz ve yerin 20 metre olduğu söyleniyor, denize girdiğim andan itibaren çıkmak nedir bilmiyorum, Kaptanımız molayı bile uzatıyor.
Tatlı zamanı; Tekne gezimizin sonuna doğru meşhur bir tatlıcıya kaptanımız tarafından gideceğimiz söyleniyor, Selimiye Köyü'nün merkezinde, Paprika adında bir yer. Söz konusu tatlı olunca durur mu insan, koşa koşa gidiyoruz tabii. Burada yediğim çilekli ve çikolatalı "Magnolia" adındaki tatlı insan hayatında bir dönüm noktası olamaya aday. Şahsen o tatlıdan sonra başka tatlı beğenmiyorum, yiyemiyorum. Bu tatlı maceramızın sonunda otelimize dönüyor ve biraz dinlendikten sonra akşam yemeğini beklemeye koyuluyorum. Bu seyahatimin en güzel yanı, beklediğiniz her şeyin, beklediğinize değmesi! Akşam yemeği de öyle. Taze otlar mı dersiniz, deniz mahsulleri mi dersiniz, salatalar, mezeler mi dersiniz, en güzelleriyle dolduruyoruz midelerimizi. Yemek sonrası çaylarımız, kahvelerimiz de tabi ki müesseseden. Meyveler mi? Onlar da bahçeden!
Bayırköy, olmuş Saklıköy! Son güne uyanacak olmanın üzüntüsüyle odalarımıza yataklarımıza çekiliyoruz. Ertesi gün biraz yorucu ama müthiş bir gün yine bizi bekliyor ne de olsa! Sabah yine mis gibi bir güne uyanıp kahvaltımızı ve deniz sefamızı yaptıktan sonra Selimiye'ye yaklaşık yarım saat mesafedeki Bayırköy'e gidiyoruz. Öğreniyorum ki burada ''Hanım Köylü" adlı dizi çekiliyormuş. O nedenle köyün girişine "Saklıköy" tabelası iliştirmişler hikâyeden. Zaten köye vardığımda da görüyoruz ki her yer rengârenk! Dizi için köydeki binalar renk renk boyanmış bakımlar yapılmış. Bunların dışında Bayırköy'ün meydanındaki 1800 yıllık çınar ağacı dikkatimi çekiyor. Ağacın altında haliyle "Çınaraltı" adında bir köy kahvesi var. Yakından gidip bakınca görüyoruz ki o gösterişli ağacın içi bomboş, adeta bir kovuk. Sonra asıl merak ettiğim tarihi eski yağhane'yi görmeye gidiyoruz. Yağhane'nin kurucusu Hamitoğlu Mehmet Alper bey'in torunu karşılıyor bizi zeytin. Kekik, ada çayı vb. bitkilerin yalnızca yağı değil, saf suyu da çıkarılıyor. Sağlık Yaşam meraklılarını böyle alalım, İster için, İster vücudunuza sürün. Anlayacağınız Selimiye'de dolu dolu 2 gün, Selimiye köyü Muğla ilinin Marmaris ilçesine bağlı, ilçe merkezine yaklaşık 35 km uzaklıkta. Deniz kıyısında Türkiye'nin önde gelen Yat limanlarından, Sığ liman koyu da Selimiye'de bulunmaktadır. Marmaris'ten Datça, Bozburun, Bördübed, Hisarönü, meşhur bükleri SELİMİ'YE…
İmkânlar dâhilinde görülmeye değer yerlerdir.”