“ŞİMDİ SEN DE BİZDEN OLDUN”

Zeki SARIHAN

Devrimin ve demokrasinin esas yükünü toplumun en altında yer alan emekçiler çeker. Bu yük koninin tepesine doğru hafiflemeye başlar. En üstteki küçük bir azınlık safa sürerken, iktidardan düşmemek için her türü yalana ve zorbalığa başvururlar.

Miting alanlarını dolduranlar, grev yapanlar, haklarını almak için açlık grevlerine başvuranlar, toplumun en haksızlığa uğrayan devrimci kesimidir. Yürekli aydınlardan da her zaman onları destekleyenler çıkmıştır. Onlar da parlamentoda direnir, gazetecilik yapar, roman, öykü şiir yazar.  Çekilen eziyetler arasında derece fark vardır.

Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı kitabında Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’da kadınları mücadeleye katmak için harekete geçer. Kız Öğretmen Okulunda toplantılar yapar. Şu ilginç saptamada bulunur: İstanbullu hanımlar ön sıralarda, Ankara esnafının hanımları orta sıralarda, köylü kadınları ise en arka sıralarda oturur.

Bu saptama benim çok dikkatimi çekti ve bir yazımda anlattım ki, bu en arkada oturan köylü kadınları, savaşın asıl yükünü çekenlerdir ve cephane taşımak gibi en zahmetli işlerde en öndedirler. Ortada oturan esnaf kadın ve kızları da boş durmamış, Kızılay adına yardım toplama çalışmalarına katılmışlardır. En önde oturan mebus ve bürokrat eşlerini de Halide Edip temsil etmektedir. Örgütçüdür fakat çektiği bedensel sıkıntılar ötekilerden daha hafiftir.

İnsanların hemen hemen eşitlendiği yerler de vardır. Askerlik, okul, cami bunlardandır. Bir de şimdi Ankara’dan İstanbul’a uzun bir adalet yolculuğuna çıkmış olanlar gibi yürüyüşler. Orada zenginle yoksulu, öğrenciyle milletvekilini ayıramazsınız. Güneş herkesi yakmakta, yağmur herkesi ıslatmakta, herkes aynı karavanadan yemektedir. Yürüyüşün kendisi yalnız amaçlarda değil, sıkıntı ve zahmeti sırtlanmakta da yürüyenleri eşitlemiştir.

ADALETİ ÇAMURDAN ÇIKARMAK İÇİN

Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’dan İnebolu yoluyla Ankara’ya geçen aydınlardan biri de Şair Hüseyin Suat’tır. Şair, bu yollarda “yüce levhalar, mahzun sahneler, bozuk yollarda erkekten kadından bin katar gördüğüne, öküzlerle birlikte yük çeken çok yaşlıya tanık olduğuna” yemin etmektedir.

Bir sabah, Ilgaz Çamlı Dağı’nda soğuktan donmuş orta yaşlı bir kadına rastlamıştır. Başında köylüler birikmiştir. Kadın bir mermiyi sımsıkı hâlâ kucağında tatmaktadır. Şairin birlikte yolculuk yaptığı İstanbullu, şık ve güzel bir kadın vardır. Yıkık köylerdeki sefaleti gördükçe ağlamaktadır. (At sırtında veya yaylı araba ile gidiyor olmalıdır)

Kadınlar ve kızlar yalın ayak, çıplak top çekerken bu kadına “İnşallah sen de bizden beter olursun” diye beddua etmektedirler. Bunu duyan kadının vicdanı ürperir. Koşarak ipin bir kenarından tutup onu gerer. Köylü kadınların hepsi bu katılıma çok sevinirler. Çünkü istekleri olmuştur.

“Şükür Allah’a sen da bizlerden oldun!” derler. (Feyziye Abdullah Tansel, İstiklal Harbinde Mücahit Kadınlarımız, Ankara, 1991, s. 72)

Adalet Yürüyüşü’ne katılan devrimcilerin, Bu yürüyüşü düzenleyen ve kendileriyle aynı yolu yürüyen CHP Genel Başkanı, milletvekilleri ve parti yöneticilerine içlerinden aynı sözü söylediklerini sanırım. “Şükür, siz de artık bizden oldunuz!”

“Adalet” deyip geçmeyelim. Kurtuluş Savaşı kadar önemlidir ve o yıllardaki güçlerin konumlanışı ile bugünkü güçlerin konumlanışı arasında benzerlik vardır. Ülkemizde adalet yokluğu “Yurtta barış, Dünyada barış”ı savunanları bile işlerinden atmakta, zindanlara tıkmaktadır. Diktatörlük yalnız emekçileri ve devrimcileri değil, orta sınıfları bile hürriyetsiz bırakmıştır. Yürüyüşün ayaklarda yarattığı sızı sosyal demokrasinin adalet ve özgürlük için militanlaşmasına hizmet edecektir.

Adalet için ona ihtiyacı olan herkesin harekete geçmesinden daha güzel ne vardır? Herkes urganın bir yanından tutup çamura saplanmış adaleti düze çıkarmalı değil midir?

Yürüyüşçüleri tehdit edenlerden başka, beğenmeyenler, küçümseyenler, dudak bükenler, başarısızlığı için pusuda bekleyen iktidar yanaşmaları varmış. Yazık!